Son zamanlarda yerlerde sürüklenen ceset görüntülerinin, çıplak ölü bedenlerin gözümüze sokulduğu bir toplumda insanların işini gücünü yaparak, okuluna devam ederek yaşamını sürdürmesinin normal hale geldiği bir ortamda yaşıyoruz. Bir yandan bu vahşet görüntülerini, bir yandan ölen çocuklarına ağıt yakan ana babaları izleyerek yaşamak ve bunun ülkemizin normali olduğuna alışmaya başlamak bizi nasıl bir toplum olmaya götürecek biliyor muyuz?  Bilgisayar oyunlarındaki şiddetin çocuklarımızı ve gençlerimizi nasıl etkileyeceğini uzun uzun tartışan bizlerin, asıl çok daha yıkıcı; gerçek şiddet görüntülerinin çocuklarımız ve gençlerimiz üzerindeki etkisini düşünmemiz gerekmez mi?

Çocuklarımız, gençlerimiz bu şiddetin “normal” olduğu duygusu ile büyüdüklerinde onlara “şiddet yanlış bir çözümdür, insanlar bir adalet sistemine, kurallara uymak zorundadır” dediğimizde bize artık inanmayacaklar. Yaşananlar giderek bu ülkede gelecek nesillerin vicdan gelişimini bozacak düzeye geldi;  şiddetin normalleştiği bir toplumda yaşar olduk.  Tüm savaş ve kaos ortamlarında olduğu gibi şiddet eşiği düştü. Bundan bütün toplum ama özellikle de çocuk ve gençler etkilenecekler.   

Şiddet,  kişi ya da grupların karşı tarafta ya da kendisinde yaralanma ya da ölüme neden olmak; psikolojik hasar vermek ya da yokluk çektirmek amacıyla güç kullanmasıdır. İnsanoğlunun elbette saldırganlığa yönelik biyolojik bir alt yapısı vardır ve bu yapı kendini koruması için gereklidir. Ancak insanların öğrenme ve zeka kapasitesi tüm davranışlarımızı olduğu gibi saldırganlık dürtüsünü de kontrol etmemizi sağlar. İnsanlar diğer memeliler gibi besin için, eş için, güç sahibi olmak için rekabet ederler ama normalde bizim zekamız ve kültürümüzün oluşturduğu kurallar şiddete yönelmekten insanı alıkoyar. İnsanlar ancak bu koşulda gruplar halinde yer yüzünde yaşamlarını sürdürme becerisi kazanmıştır.

İçindeki saldırganlığı baskılamayı, toplumun izin verdiği biçimde ve ölçüde dışavurmayı çocuklar ilk yaşlardan itibaren öğrenmeye başlarlar. Şiddete yönelik davranışlar giderek azalır ve okula başlama ile birlikte bu tür davranışların ortadan kalkması beklenir. Sosyalleşme sürecinde çocuk dili kullanmayı, kendi duygularını düzenlemeyi, beklemeyi, plan yapmayı, ertelemeyi öğrenir. Böylece saldırganlık toplumsal olarak kabul edilen biçimlerde ortaya konmaya başlar.

İlkokul yaşından sonra şiddete yönelik davranışlar ancak dürtü kontrolünün yetersiz olduğu durumlarda (yapısal veya madde kullanımı sonucu); sosyal becerilerin yetersizliğine bağlı olarak; davranışın sonuçlarını kavrama yetersizliği; planlama becerisi yokluğu gibi durumlarda; empati yokluğuna bağlı olarak ortaya çıkar.  Vicdan ve ahlak gelişimi süreci insanlarda şiddete yönelik davranışları baskılayan bir sistem oluşturur.

Şiddete ilişkin yapılan tüm çalışmalar değerlendirildiğinde gelişimsel süreçte yer alan bireysel, ailesel ve toplumsal risk faktörlerinin bir aradaki etkileşiminin şiddetin ortaya çıkmasında rol oynadığı görülmektedir. Aile içi şiddetin çocuklarda şiddete yönelik davranışları arttırdığı bilinen bir durumdur. Çocuğun ve ailenin içinde yer aldığı toplumdaki şiddet de gelişim süreci üzerinde aynı etkiyi yaratır. Toplumda şiddetin gündelik yaşamın bir parçası gibi algılandığı durumlarda çocuklar şiddeti kabul edilebilir bir sorun çözme yöntemi olarak görür. Vicdan gelişimi bozulur.   Bu durum insanların gündelik yaşamlarına yansır. Şiddet eşiği düştüğünde en beklenmedik insanların bile şiddete yöneldiğini görmeye başlarız. Ergenler bütün bunlara ek olarak yaşlılık yıllarını görecek kadar yaşayamayacaklarını düşünmeye başlarlar. Bu durum ergenlerin kendi geleceklerine yapacakları her tür yatırımdan vaz geçmelerine, plan yapmayı, okumayı, gelecek düşlemeyi anlamsız bulmaya başlamalarına neden olur.  “Beni bekleyen bir gelecek yok” şeklinde özetlenebilecek bu  tarz düşünme biçimi ergenlerde görülen davranış bozuklukları, madde kullanım bozuklukları gibi bir çok soruna zemin hazırlar.

Sonuç olarak toplumumuzun, ülkemizin geleceğini bekleyen bu felaketin farkına varmamız çok önemlidir. Yaşanan şiddete duyarsız kalmak;  bizim vicdanımızda yaralar açacak ama daha da kötüsü vicdansız nesillerin yetişmesine neden olacaktır.