Bu yazının orijinali Psikeart Dergisi’nin “Annelik” başlıklı 57. sayısında, 2018 Mayıs-Haziran tarihinde yayımlanmıştır.

Emine Zinnur Kılıç

Son zamanlarda gündemde bir “iyi annelik” kavramı var. İçi boşaltılmış popüler kavramlardan biri haline gelen bu kavramın yerli yersiz kullanımından son derece rahatsız oluyorum. Bu rahatsızlığımın nedeni ise bu “iyi annelik” kavramının başlı başına iyi anneliği imkansız hale getirmesi, çocuklar ve anneler arasında doğal olarak kurulan ve gelişen ilişkiyi bozması; annelere yönelik bir tehdit içermesi: “şunu bunu yapma bak sonra kötü anne olursun!”  Çünkü bir şeyin bir iyisi olduğundan söz edersek ister istemez bir kötüsü olduğunu da ima etmiş oluruz öyle değil mi? Ve de bir anne için en korkutucu şeylerden birisi de “kötü anne” olmak olduğuna göre, bu tehditle çalışan annelik sisteminin bütün doğallığı bozulmuş olmaz mı? Tıpkı mutlu olmaya çalışmanın mutlu olmayı zorlaştırması gibi;  “iyi anne” olmaya çalışmak da iyi anneliği olanaksız hale getiriyor.  Kaygı ve korkular artıyor ve yaşanan sürecin doğallığı bozuluyor.  Üstelik “iyi annelik” kavramı sonsuz madde içeriyor. Sürekli annelere yönelik mesajlar ve tehditlerle dolu bir medya içinde yüzüyoruz. Annelere yönelik bu mesajlar çocuğun yalnızca şimdiki değil; yetmiş yıl sonraki hem fiziksel hem ruhsal sağlığının, mutluluğunun, uzun ya da kısa yaşamasının her şeyin sorumluluğunun annelere bağlı olduğunu söylüyor.  Yapılacaklar listesi çok uzun: hamilelikte klasik müzik dinletmekten, sık sık karnınızı okşamak ve bebeğinizle konuşmaktan başlıyoruz; organik yiyeceklerle beslemek; ilgili olmak ama aşırı ilgili olmamak; yeteneklerini keşfetmek ama helikopterleşmemek; kendine güvenli olsun diye her işini yapmamak ama stres yaşamasın diye de hep yardım etmek için hazır ve nazır olmaktan devam ediyoruz.  Bunları tam doğru ve kıvamında yapmalısınız yoksa da gelsin suçluluk duyguları! İlerde bir gün ya çocuğunuz şu ya da bu problemi nedeniyle size parmağını uzatıp “sen beni böyle yaptın” derse kabusları! Bu nasıl bir sorumluluk, bu nasıl bir ağır yük, bu nasıl bir korku?

Birçok başka içi boşaltılıp pazarlama aracına dönüştürülmüş kavram gibi “iyi annelik” kavramı da psikanaliz yazınından çıkmıştır. Bu kavramı ilk kullanan aslen bir çocuk hekimi olan Winnicott’tur. Annenin çocuğun kendiliğinin gelişiminde kapsayıcı bir çevre oluşturduğunu söylemiştir. Winnicott’un tanımına göre anne bebeğe kendisine ilişkin bir ayna tutar ve bebek bu aynada kendisinin görüldüğünü ve dolayısıyla var olduğunu ilk kez deneyimler. Annenin bebeğin ihtiyaçlarına duyarlı olduğu ve onun her ihtiyacını sunduğu ve rahatlattığı bu dönem bebeğin illüzyon yaşadığı anlardır. Bu illüzyon anlarında bebek gereksinimi olan nesneyi kendi yarattığı duygusunu yaşar.  Annenin bebeğin gereksinimlerine duyarlılığı ve ona dünyayı getirmesi bebeğin kendisini deneyimlemesini sağlarken bir noktadan sonra anne kaçınılmaz olarak bebeğin isteklerini gidermede hatalar yapmaya başlamalıdır ki bebek kendi dışındaki dünyanın farkına varsın ve sınırlarını öğrensin. Anne,  bebeği merkez alan aşırı uğraşından yavaş yavaş çıkarken ve tekrar kendi yaşamının diğer alanlarına yönelirken bebek/ çocuk da ne yapıp ne yapamayacağının, ne yaratıp ne yaratamayacağının gerçekleri ile yavaş yavaş yüzleşir. Giderek bir ayrışma süreci gerçekleşir. Annenin bu “gerekli yetersizliği” ayrılma, ayrışma ve gerçeğin farkına varma sürecinin gereğidir. Winnicott’a göre sağlıklı bir kendilik duygusunun oluşması için belli çevresel olanakların sağlanması gerekir. Bunları  “yeterince iyi annelik”  şeklinde özetler. Günümüzde kullanımıyla “iyi annelik” kavramındaki sorun “yeterince” sözcüğünün ihmal edilmesi ile bebeğin gelişim sürecinde kısa süre yaşadığı illüzyonun hayat boyu devam ettirilmesi için gösterilen çabalardır. Sürekli olarak annenin aşırı uğraşı haline gelen çocukların kendi sınırlarını oluşturması, yaşamda her isteklerinin her an gerçekleşmeyeceğini anlaması ve yalnız olabilmeyi başarması zorlaşmaktadır. 

Winnicott’un kendi dönemi için öncü olan bu görüşleri ortaya koyarken tahmin ettiği ama henüz bilimsel araçların yetersizliği dolayısıyla bilmediği “ bu ilişkinin biyolojik bir temeli olduğu” şeklindeki görüş, daha sonra beyin görüntüleme çalışmaları ile de doğrulanmıştır. Beyin görüntüleme çalışmaları hamilelikle birlikte anne beyninin nöroplastisitesinin arttığını ve hem işlevsel hem de yapısal bir değişim içinden geçtiğini göstermiştir.  Hormonların etkisi ile ortaya çıkan değişimler anne beynini bebeğin işaretlerine daha duyarlı olmaya;  dikkati ve düşüncelerini bebeğine yöneltmeye ve artan empati yeteneğiyle bebeğe duyarlı bir şekilde bakım vermeye hazırlar. Doğumdan sonra dördüncü aya kadar yapılan beyin görüntüleme çalışmalarında anne beyninde özellikle de ödül ve motivasyon ile ilgili orta beyin bölgelerinde önemli değişimlerin gerçekleştiği; bu değişimin annenin bebeğe karşı olumlu duyguları ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bir diğer bulgu ise değişimlerin bebeğin karşılık verme düzeyi ile de bağlantılı olmasıdır. Bu durum daha ilk anlardan itibaren bebeğin yapısal özelliklerinin de annedeki değişimi etkilemeye başladığını düşündürmektedir.  Doğumdan sonraki emzirme süreçlerinde salgılanan oksitosin hormonu annenin kendi bebeğine duyarlılığını ve bağlanmasını arttırmaktadır. Annelerin kendi bebeklerinin ağlamasına daha yüksek düzeyde duyarlılık gösterdiklerine dair beyin görüntüleme çalışmalar vardır. Kısaca anne beyni, bebeğe empati yapmaya, onu sevmeye, korumaya zaten hazırlanmaktadır.

Yani bu şu demektir: siz çocuğunuzu aç açık bırakmadıkça, dövmedikçe, sövmedikçe, sürekli aşağılamadıkça, korkutmadıkça ona kolay kolay zarar veremezsiniz. Eğer depresyonda değilseniz, yaşadığınız travmalar nedeniyle beyin gelişiminizde etkilenmeler olmamışsa ya da başka bir ruhsal hastalığınız yoksa; şiddet ve savaş içinde yaşamıyorsanız zaten beyniniz gerekeni yapacaktır. Sizi yavrunuza özen göstermeye, onu korumaya, bağlanmaya, iletişim kurmaya zorlayacaktır. Zaten bebek büyürken size olan gereksinimi azalacaktır. Artmış empati yeteneğiniz sayesinde siz de bunu hissedeceksinizdir.  Bundan sonraki süreçte giderek daha fazla oranda çocuğun genetik özellikleri ön plana çıkmaya başlayacaktır.  Genetik özelliklerin çocuğun kişilik özelliklerini, zekasını, eğitim sürecini en az yüzde elli etkilediğini biliyoruz. Özellikle erken erişkinlikle birlikte; aile etkisinin azalmasıyla kişilerin kendi doğal alt yapılarına uygun seçimleri yapmaya başladığını ve kendi yaşamından kendisinin sorumlu olduğunu unutmamak gerekir. Ama yine de insan kendi zihninde canlandırdığı ideale göre hep kendini eksik hisseder. Eksik hissettikçe dönüp bir suçlu aramaya çalışır. Bu suçlu her dönemde değişmiştir. Eskiden kader suçlanırdı.  İçinde yaşadığımız dönemde anneler suçlanmaktadır.

Oysa sürekli kendini suçlayan ve hata yapmamaya çalışan, suçlanmaktan korkarak eli ayağı titreyen bir anne iyi bir şey değildir.  Kendini çocuğun bütün geleceğinden sorumlu hissetmek ve yaşamını buna göre düzenlemek eninde sonunda hata yaptırır.  Çocuk için bütün iyi ve doğruları düşünmek ve bunları gerçekleştirmek için uğraşmak da anneleri “iyi anne” yapmaz. Çocuktaki bütün iyi özellikleri kendine bağlamak, çocuğu istediğiniz gibi yontabileceğiniz bir kil heykel gibi ele almak başlı başına yanlış bir yaklaşımdır. Çocuklar dünyaya kendi özellikleri ile gelirler. Ne yaparsak yapalım değiştiremeyeceğimiz ve olduğu gibi kabul etmemiz gereken özellikleri vardır. Bu özelliklerin bazıları olumlu, bazıları olumsuz etkiler yaratır.  Çocuğun iyilik halinin, başarısının, sağlığının bütün sorumluluğunu üstlenmek anne için olduğu kadar çocuk için de sakıncalı bir durumdur. Bu yaklaşım çocuğun kendi özelliklerine hiç pay bırakmamak sonucunu doğurur ki bu da sonuçta çocukları isyan ettirir. 

Ben bu “iyi annelik” kavramını erkek egemen söylemin yeni bir tuzağı olduğunu düşünüyorum. Çalışan anne çocuklarının daha problemli olduğuna dair hiçbir araştırma okumadım. Buna karşılık annelerin sürekli bu “kötü anne” olma korkusu ile eve kapatılmaya çalışıldığına dair bir komplo teorim var. “İyi annelik” kavramının, bin dokuzyüz atmışlardan sonra kadınların elde ettiği hakların, eşitlik taleplerinin ellerinden alınması için aracı olarak kullanıldığından şüpheleniyorum. Annelerin “iyi anne” olmak uğruna kendi istekleriyle eve kapanmaları ve beyinlerini tamamen doğru çocuk yetiştirme obsesyonuna kaptırarak yaşamaları, üretkenlikten uzaklaşmaları; buna karşılık çocukların ihtiyaçları doğrultusunda giderek daha çok tüketen bir kitleye dönüşmeleri mutlaka kapitalist sistemin de işine geliyor…

Gelecek neslin sağlığı, mutluluğu, başarısı ile ilgili her konuyu getirip anneye bağlayan bu söylem aslında çok önemli bir konuyu ihmal ediyor: erkekler bu işin neresinde?  Öyle ya bir de “baba” var; sonra içinde yaşadığınız toplum var; bu toplumun çocuklarımıza hazırladığı gelecek var!  Çocuğu sadece anne yetiştirmez, bir toplum yetiştirir! O yüzden siz elinizden geleni yaptığınız halde bir şeyler yanlış gidiyorsa belki sorun başka bir yerdedir!

KAYNAKLAR:

Kim P, Strathearn L, Swain JE :  The maternal brain and its plasticity in humans. Horm Behav. 2016 ; 77: 113–123.

Greenberg JR, Mitchell SA. Object Relations in Psychoanalytic Theory, 1983. Harvard University Press.

Loehlin JC. Genes and Environment, The Lifespan Development of Individuals içinde. Ed: D. Magnusson.  1996. Cambridge University Press. S. 38-52.