Bu yazının orijinali Psikeart Dergisi’nin “Bağımlılık” başlıklı 43. sayısında, 2016 Ocak-Şubat tarihinde yayımlanmıştır.

Emine Zinnur Kılıç

Billy Blythe, o güne kadar birlikte yaşadığı anneannesinin evinden ayrılıp annesi ve üvey babası ile yaşamaya başladığında 6 yaşındadır. Yıl 1953, mekan Amerika’nın turistik bir kumar kasabasıdır. Annesi hastahanede çalışan, akşamları arkadaşları ile gezmeyi seven bir anestezi hemşiresi; üvey babası ise sürekli kumarda para kaybeden ve giderek işleri bozulan; alkol alımı artan bir araba satıcısıdır.  Billy Blyte annesi ve üvey babası ile yaşadığı yıllar boyunca üvey babasının çöküşüne şahitlik eder. Üvey baba; hakaretler ederek saldırdığı, eşyaları kırıp döktüğü durumlarda anne ve oğul bazen evden kaçıp yakınlarının evine sığınırlar; bazen de kendilerini odaya kilitler ve üvey baba Roger’ın sızmasını beklerler. Hemen her gece üvey babasının kıskançlık krizleri ve annesine şiddet uygulamasına şahit olan Billy bu duruma “aşırı iyi, aşırı uyumlu” bir kişilik geliştirerek; her zaman uyum yapmaya ve anneyi mutlu etmeye çabalayan bir çocuk olarak tepki verecektir. Daha sonraları kendinden on yaş küçük erkek kardeşinin sorumluluğunu da üstlenecektir. Öyle ki annesi nihayet üvey baba Roger Clinton’dan boşandığında on beş yaşındaki Bill Blythe kardeşiyle aynı soyadını taşıyabilmek için Clinton soyadını alır ve ABD başkanlığına doğru uzanan yoluna devam eder. Korumaya alınmış ve anne tarafından şımartılmış bir çocuk olarak büyüyen erkek kardeş ise babası gibi bir bağımlı olur. (Bu iki kardeşin bazen birlikte uyuşturucu partisi düzenleyecek kadar kesişen hayatlarının bu kadar birbirinden uzak sonuçlara doğru yol alması “genler mi, çevre mi?” sorusunu bir kez daha sordurmaktadır.) Bill Clinton’un biyografisinde bu öyküyü anlatan Nigel Hamilton’a göre ABD başkanının daha sonra tüm dünyayı şaşırtan kişiliğini belirleyen yaşadığı bu çocukluktur. Bill Clinton; bir çok diğer bağımlı çocuğu gibi ailesinde yaşananları gizlemeyi ve her koşulda memnun etmeye çalışmayı öğrenerek büyümüş bir çocuktur. Ancak “ yaşamın karanlık tarafını da iyi bilir ve her ne kadar “süper uyumlu” bir dış görünüş ortaya koysa her zaman içinde kaçıp gitme isteği taşır ve bazen bu karanlık tarafa kolayca kayabilir.”

Bağımlılığın aile boyu bir sorun olduğu ve tüm aile bireylerini özellikle de ailede büyüyen çocukların kişilik gelişimini etkilediği son zamanlarda daha çok farkına varılan bir konudur. Bağımlılık bir bireyi ele geçiren bir sorun olsa da bağımlı bireye bağımlı olan insanların da yaşamını yönetir.  Bağımlıya bağımlı olanların başında da anne baba eş ve çocuklar gelir. Eş ve hatta anne baba belki bağımlıdan kendilerini bir miktar koruyabilirler ama çocuklar tam bağımlıdır ve bağımlı bir ebeveynin çocuğu olmanın yaşatacağı zorluklarla büyüyeceklerdir. Önceleri yalnızca bağımlıyı tedavi etmenin sorun çözeceği düşünülürken özellikle alkol bağımlılarının erişkinliğe ulaşmış çocuklarının seslerinin duyulmaya başlaması ile birlikte bağımlıların ailelerinde büyümenin nasıl bir şey olduğu ve bu ailedeki travmatik yaşantılardan çocukların nasıl etkilendiği üzerinde artık daha çok durulmaktadır.  Alkol bağımlılarının çocuklarının da alkol bağımlılığı riskinin dört kat artmış olduğu gösterilmiştir. Ancak bağımlılık geliştirme riski taşımak bu çocuklar açısından olası sorunların en görüneni olabilir. Buzdağının görünmeyen yüzünde ebeveynlerin her ikisine karşı duyulan karmaşık ve birbirine zıt duygularla büyümek ve umutsuzluk yatar. Bu ailelerde büyüyen çocukların geliştirdiği kişilik özelliklerini evdeki yaşantılarının belirlemesi kaçınılmazdır.  Alkol ve madde bağımlılığına aile içi şiddetin sıklıkla eşlik ettiği görülmüştür. Özellikle küçük yaştaki çocuklar için sabah öperek uğurladıkları babalarının akşam eve bir canavara dönüşmüş olarak gelişini izlemek bağlılığı korku ile birlikte yaşamak hayatın ilk dönemlerinden itibaren insan ilişkilerinde belirsizlik ve güvensizlik yaşayarak büyümek anlamına gelir.

Çoğu zaman çocuklar evde olup bitenleri gizleme çabası içinde olurlar. Evde yaşananları kendilerine dair bir zayıflık; eksiklik gibi algılarlar. Arkadaşlarından utanma, bu durumu kendisine yaşatan kişiye karşı öfke duyguları ve bütün bunları gizleme çabası ortaya çıkar. Evde şiddet olan durumlarda çocukların yaşadığı dehşet daha büyüktür. Baba alkol ya da madde bağımlısı ise anneye yönelen şiddet,  erkek egemen toplumlarda hemen her zaman görülür. Çocuklar için bu durum her gün tekrarlanan bir travmatik yaşantıya dönüşür. Annenin sağlığı ile ilgili endişeler tabloya eklenir.  Bu ailelerde bağımlı olmayan ebeveynin de pek ebeveynlik yapacak durumu kalmaz çünkü sıklıkla depresyon ve bir “tuzağa düşmüş hissetme” halinde yaşamlarını sürdürürler. Özellikle alkol bağımlısı bir eş ile yaşama hali genel olarak tüm dünyada kadınların fiziksel ve ruhsal sağlığını ciddi biçimde etkileyen sorunlardan birisidir.

Bağımlı yakınları ile ilgili yapılan araştırmalar, bu kişilerin genel olarak üç tür strateji izlediğini göstermektedir: birinci yol tolere etme, dayanma hatta bağımlıya ihtiyacı olan maddeyi bulmak için yardım etme durumudur. Böylece bağımlı yakını çatışma ve şiddetten kaçınmaya çalışır.  İkincisi geri çekilme yöntemidir. Bu kişiler yaşamlarını mümkün olduğunca bağımlıdan uzak durarak ve onu yok sayarak sürdürme yolu seçenlerdir.  Üçüncü yöntem ise bağımlılığa karşı direnme yöntemi olarak düşünülebilir. Bu yöntemi seçen kişiler bağımlıyı kurtarmak için bazen oldukça katı tutumlar izlemek zorunda kalırlar.  Bağımlı yakınları yaşamlarının farklı dönemlerinde bu yöntemleri uygulayabilirler. Özellikle ergenler bağımlılığın esir aldığı evden uzaklaşma çabası içinde bağımlı ebeveyni reddetme noktasına kadar gelebilirler. Bu süreçte bir yandan bağımlı ebeveyni suçlarken bir yandan da ona karşı çaresiz kalan diğer ebeveyni de suçlayabilirler.

Bağımlı evleri bitkisel hayat yaşayan bir hastanın evi gibi olabilir.  Hiç bitmeyen bir yas yaşanır. Bağımlının alkolün ya da maddenin esiri olması öncesi olduğu kişinin yası tutulur.  Bu yasın gerçek yastan bir farkı vardır; o eski kişiyi sevenler ve ona ihtiyaç duyanlar bir yandan hep bir umutla geri dönmesini beklerler. Bitkisel yaşama girmiş bir insanın başında gözünü açmasını beklemek gibi bir durumdur bu; çünkü diğer kronik hastalıklardan farklı olarak bağımlılığından kurtulduğunda o eski insanın geri gelme şansı hep vardır.  Bu gidiş gelişler sürecinde yaşanan hayal kırıklıkları bağımlı yakınlarının özellikle çocuklarının hayata bakışını ciddi şekilde olumsuz etkiler. Bu duruma iyi bir şeyler olmasını umut etmekten korkma hali diyebiliriz. Alkol bağımlılarının erişkin çocuklarının öyküleri bu korkunun yaşamlarını nasıl belirlediğini; hayatta bir şeyler iyi gitmeye başladığında hissettikleri panik halini anlatır.

Genel olarak bağımlılık, çözümü bağımlı kişinin elinde olan bir durum gibi görülür. Bu bakış açısının bağımlı kişinin çocukları açısından ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Bu çocuklar ebeveynlerinin yaşamında önemli olmadıkları; değer verilmedikleri; tercih edilmedikleri duygusu ile büyürler. Çünkü bağımlı ebeveyn için hayattaki en önemli şey bağımlı olduğu maddedir.  Oysa bağımlı için bağımlılık nesnesi bir tercih değil bir zorunluluktur;  bir takıntı, kişiliğini ele geçiren bir hastalıktır. Ancak bunu bir çocuğa anlatmak hiç kolay değildir. O kendini reddedilmiş ve değersiz hissederek büyür. Bu çocuklar belki büyüdüklerinde ve bunun bir hastalık olduğunu anladıklarında;  bağımlı ebeveyni affeder ve anlar hale gelebilirler ama gelişim sürecinde kişiliğe damgasını vurmuş duygulardan sıyrılmak mümkün olmayabilir.

Billy Blythe’ın öyküsüne dönecek olursak, bu öykünün ilginç yönü; travmatik yaşantılar kaçınılmaz olarak çocukların ruhsal gelişimini etkilese de aynı ailede yaşayan çocukların bile bazılarının güçlenerek; bazı çocukların ezilerek çıkmasına iyi bir örnek olmasıdır. Nasıl olmuştur da aynı evde büyüyen ve aynı travmalara şahit olan iki kardeşten birisi dünyanın en güçlü adamı konumuna uzanan bir yol izlerken diğeri kokain bağımlısı olmuş, hapse girmiş;  hayatını bir “kaybeden” olarak sürdürmüştür? Bu süreçteki risk faktörleri ve koruyucu faktörler nelerdir? Bilindik bakış açıları ile bakıldığında daha fazla risk altında olan kişi Billy gibi görünmektedir. Öyle ya babası belli değildir; çocukluğunda annesinin ihmal ettiği bir çocuktur. Anneanne tarafından aşırı korunan; akranlarının şişmanlığıyla dalga geçtiği, pek de arkadaşı olmayan bir çocuktur.  Annesi ile yaşadığı yıllarda üvey babasının annesine yönelik şiddetine şahit olmuştur. Billy Blythe annesine hayrandır. Hep onun yanında durmuş, mahkemede üvey babasına karşı şahitlik yapmıştır. Annesi onun karşı çıkmalarına aldırmayarak boşandığı Roger Clinton’la tekrar evlenip Billy’yi hayal kırıklığına uğrattığında bile annesinin yanında olmayı sürdürmüştür. Oysa hayranlık duyduğu ve her zaman onunla gurur duyduğunu söyleyen bu annenin gerçekte onu sevdiğinden hiç emin olamamıştır. Annenin gözdesi, gerçek çocuğu hep kardeş Roger Jr olmuştur.  Roger Jr hem annesi hem de ağabeyi tarafından hep çok sevilmiş ve  korunmuştur. Maddi açıdan çok daha iyi koşullarda büyümüştür. Parçalanmış bir ailede değil anne babası ile birlikte büyümüştür. Ama hayatın geneline bakılınca kaybeden o olmuştur.  Peki  Billy Blythe’ı,  Bill Clinton yapan nedir?  Anneannesinin sıkı disiplini mi; Billy’nin çatışmadan kaçınan,  her koşulda kendini sevdirmeye ve kabul ettirmeye çalışan kişiliği mi? Zeka düzeyinin çok yüksek olması, fotografik hafızası ve okuldaki başarısı mı? Evde üstlendiği “kurtarıcı” rolü mü? Bir öğretmeninin söylediği şekilde “hep yaşından daha olgun davranan bir çocuk olması ve bu yüzden erken yaşta güvenilen bir insan konumuna yerleşmesi mi? 

Billy Blythe’ın üvey baba ile yaşanan yıllarda kardeşine “baba” olma çabasını; yaşam boyu onu korumaya çalıştığını anlıyoruz. Hatta Vali Clinton olduğu dönemlerde kardeşiyle birlikte kokain partilerine katıldığını da anlatıyor kitabında Nigel Hamilton… Buna rağmen Billy’nın bağımlı olmamasını; sistem tarafından o küçük kasabada keşfedilip dünyanın en güçlü konumuna taşınmasını; kardeşin ise ağabeyi Vali olduğu dönemde bile hapiste yatan bir kokain bağımlısı olmasını nasıl açıklayacağız?  Bağımlılıkta genetik yatkınlıkların önemli rol oynadığını biliyoruz. Bağımlılık araştırmaları,  kardeş Roger’ın durumunu açıklıyor. Clinton’lar örneğinde beni asıl düşündüren konu; bir ailede yaşanan mücadelenin bir çocuğu dünyayı yönetecek kadar güçlendirmesidir. Annesi kendi karşı çıkmalarına rağmen üvey babası ile tekrar evlenince yaşadığı hayal kırıklığı aslında onun kurtuluşu olmuştur. Bir yandan evde süren şiddete karşı annesini ve kardeşini korumaya devam etmiş ama bunu herkesten gizlemiştir.  Çevredeki herkesin özellikle de erişkinlerin beğenisini kazanmak onun için bir amaç haline gelmiştir. Kırılgan ve korkak benliğini herkesin onayını kazanmaya çalışan aşırı iyi bir dış görünümle kapatmıştır.  Kendi deyimiyle “ cehennem” olarak nitelediği evden kurtulma kararlılığı da o dönemde gelişmiştir. Eğitim onun özgürleşme aracı olacaktır. Yaşadığı küçük kumar kasabasında herkesle iyi geçinip; herkesi özellikle de öğretmenleri kendine hayran bırakmaya çalışması aslında sanki bilinçsiz bir gizli kaçış planının parçasıdır. Belki de evdeki kaos ve çaresizlikten uzak bir yere; kendini güçlü hissedeceği bir yere ulaşmak için o kadar güçlü bir istekle yola çıkmıştır ki kendini Beyaz Saray’da bulmuştur! 

Bill Clinton kendi ailesindeki yaşantısıyla ilgili gerçekleri çocukluğunda olduğu gibi ABD Başkanı olduğu dönemde de gizlemeyi seçmiştir. Travmanın gündelik bir durum olduğu, ama dört duvar arasında gizlendiği ailelerde büyüyen çocukların genel stratejisini o da yaşam boyu kullanmış; hatta alışkanlık haline getirmiş bir insandır. Hep dışarda görünenin ötesinde bir başka paralel yaşamı olmuştur. Aşırı iyimser ve uyumlu dış görünüm, içindeki korkuları, öfkeyi, kaçma isteğini, güvensizlikleri gizler.  Başkanlık döneminde “her ailede olduğu gibi bizim ailemizde de pek çok zorluklar yaşandı ama annem bunları oldukça iyi kaldırdı; yaşadıklarım sayesinde acı eşiğim yükselmiş olabilir” şeklinde özetlediği çocukluk yaşantılarıyla ilgili olarak ancak,  Başkanlık dönemi bittikten sonra açıkça konuşabilmiştir. Bu yazıyı Bill Clinton’un şiddet dolu hapishanelere dönüşmüş evlerde, ebeveynlere bağımlı olmak dışında seçeneği olmadan büyüyen çocukların durumunu özetleyen sözleriyle bitirelim:  “ Zor koşullar altında büyüyen pek çok kişi, bilinç dışında kendilerini suçlama ve daha iyi bir kadere layık olmadıklarını düşünme eğiliminde olurlar. Benim de içim her zaman belirsizlik, öfke ve giderek yaklaşan bir felaketin korkusu ile dolu olmuştur.”

Not: Bu yazıda çizilen Bill Clinton portresi ve alıntılar Nigel Hamilton’un 2003 yılında yayınlanan “Bill Clinton, An American Journey” adlı biyografiye dayanmaktadır.