Bu yazının orijinali Psikeart Dergisi’nin “İntihar” başlıklı 37. sayısında, 2015 Ocak-Şubat tarihinde yayımlanmıştır.

Emine Zinnur Kılıç

Geçenlerde bir haber izledim: duyguları olan robot yapmışlar. Duygular denen şeyler bir takım biyokimyasal devreler olduğuna göre robotların da duyguları olabilir; neden olmasın? Peki acaba bir robot intihar eder mi? Bence etmez. Bozulan devreyi onarırlar; böylece bir tane bozuk devre yüzünden bütün robot çöpe gitmez!

İnsanlarda böyle olmuyor işte… İntihar etmek “kendini öldürmek” anlamına geliyor. Halbuki aslında intihar eylemi çoğunlukla kişinin kendisinin bütününü yok etmek istemesi değildir. İntihar etmeyi düşünen kişiler aslında kendilerini korumak için kendilerine düşman olan bir parçalarını yok etmeye çalışırlar. Bu düşman bazen depresyon gibi ruhsal bir hastalık olabilir. Amaç acı ve üzüntüyü yok etmektir. Bazen Parkinson gibi hastalıklarda beden artık kendilerine düşman gibi gelmeye başlar. Düşmanı yok etmenin tek yolu kendi bedenini yok etmek gibi gelmeye başlayınca kendi de düşmanla birlikte yok olur.

Bunun çözümü düşman parçaya bu kadar büyük bir öfke beslememek olabilir. Ancak intihar eden insanlar genellikle çok öfkeli insanlardır. Araştırmalar intihar eyleminin en sıklıkla saldırganlık eğilimi yüksek ve dürtüsel kişilerde görüldüğünü göstermektedir. Bu yapıda olan kişilerde ortaya çıkan depresyonlarda intihar daha sık görülmektedir. İntihar eden kişilerde sık görülen diğer kişilik özellikleri insan ilişkilerinde mesafeli, yalnız olmaları ve mükemmeliyetçilikleridir. Bu kişilik yapısı ve aşırı öfke birleştiğinde ortaya çıkan tahammülsüzlük serseri mayın gibi kendine ya da başkalarına yönelebilir. Mükemmeliyetçilikle tahammülsüzlüklük sıklıkla birlikte gider. Kişinin kendisinden ve başkalarından beklediği mükemmellik düzeyi yükseldikçe küçük hatalar ve zayıflıklar aşırı öfkeye neden olur. Böylece de intiharın bir diğer yüzü ortaya çıkar: İntihar hem kendine hem de diğerlerine yönelik bir eylemdir. İntihar edenler hem kendi hatalarını hem de başkalarının hatalarını böylece cezalandırdıklarını zannederler. İntihar eden kişi, isteyerek ya da istemeyerek kalanlara ömür boyu taşıyacakları bir acı, öfke ve suçluluk duygusu bırakır.

İntihar edenlerle ilgili çok şey konuşulur, araştırılır ama intihar edenlerin yakınlarının ne yaşadıklarını pek az biliriz çünkü genellikle bu kişiler belki de ölenin arkasından konuşmamak için susmayı tercih ederler. Onların çektiği acıyı çok konuşulmaz. Kalanların ne hissettiği konusunda beni çok etkileyen bir örnek Karen Green’le yapılan bir görüşmede anlattıkları olmuştur. Green; Amerikan çağdaş yazarlarının en iyilerinden birisi olarak bilinen David Foster Wallace(DFW)’ın karısıdır. DFW, 12 Eylül 2008 de, 46 yaşında kendini asarak intihar ettiğinde cesedi karısı bulur. Kendisi de bir sanatçı olan Karen Green, Guardian gazetesine verdiği bir röportajda ağlama ve kızgınlıkla geçen uzun bir süreç sonrasında bir “affetme makinası” yaptığını anlatıyor. Bu makineyi yapma fikrinin kendisinin affetme ve affedilme gereksiniminden doğduğunu söylüyor. Plastikten parçalardan yapılmış bu sembolik makinenin bir tarafına affedilmek istenen kişi ya da konu yazılıp makineye atılıyor ve diğer taraftan kağıtlar parçalanıp çıkıyormuş. Makine bir galeride sergilendiğinde eğlenceli gibi görünen bu eylemin insanlarda nasıl kaygı yarattığını gözlemlediğini de anlatmış röportajda…  Bence DFW’nin kendisinin öyle bir makineye çok ihtiyacı varmış. Yazdıklarını ve kendisiyle ilgili yazılanları okuduğum zaman tam da mükemmeliyetçi, aşırı yüksek beklentili ve öfkeli bir insan tablosu ortaya çıkıyor.

DFW hayatta iken böyle bir makine olsa acaba kendini affetmek için kullanır mıydı?  Kendisi bir konuşmasında “kendimin farklı veya daha akıllı olduğunu düşünen parçalarım az daha beni öldürecekti” diyor. Sonunda da o parçalar bu yetenekli yazarı öldürmeyi başarmış anlaşılan! DFW bir robot olsaydı da bu parçalardan vaz geçer miydi? Bunu da pek sanmıyorum! Bazen en değerli parçaları insanın en çok acı çekmesine neden olan parçaları olabilir. Robotlardan farkımız bu paradoks işte!

Bu yazıyı DFW’nin söylediği ama anladığım kadarıyla pek uygulamadığı bir öğüt ile bitireyim: “Haksızlık gibi görünen şeylerin size bir şeyler öğretmesine izin vermeyi öğrenmeye çalışın.”