Bir düşünün bakalım, gün içinde kaç kere aklınıza kötü olasılıklar gelip tahtaya vuruyorsunuz; ya da evinizi, arabanızı, çocuğunuzu mavi boncuklarla donatıyorsunuz; sevdiklerinizin başına bir şey gelmesi korkusuna kapılıp dua ediyorsunuz; muskalar taşıyorsunuz; gününüz iyi geçsin diye evden sağ ayakla çıkıyorsunuz?

Olası tehlikelerin akla gelmesi ve bunlara karşı önlem alma davranışları her dönemde evrensel insan davranışı repertuvarının ayrılmaz parçasını oluşturur.  Korkularınızı yatıştırmak amaçlı yaptığınız davranışların korktuğunuz durumla hiç ilişkisi olmadığını bilseniz bile bu davranışları sürdürürsünüz.  İşte bu korkma ve tedbir alma sürecinde aklımıza takılan korkutucu düşüncelere obsesyon; korkuyu yatıştırmak için önlem alma amaçlı gerçekleştirilen davranışsal ya da zihinsel eylemlere ise kompülsiyon adı verilir.

Eğer obsesyonlar ve kompülsiyonlar kişinin yaşamını etkileyecek biçimde zaman alır ve rahatsızlık yaratırsa obsesif kompülsif bozukluk (OKB) adı verilen psikiyatrik tablodan söz ederiz.  Psikiyatrik tanımıyla obsesyonlar, kişinin zihnini işgal edecek ve rahatsız edecek biçimde istemsizce ortaya çıkan düşünce, dürtü ve imajlardır. Çoğunlukla kişiyi rahatsız eder, anlamsız ve tuhaf olarak algılanır. Kişiler bu durumdan kurtulmaya, bu düşüncelerden kaçınmaya veya kovmaya çalışır. Bu rahatsız edici düşünceler ve dürtüler çok çeşitli olabilir. Rahatsız edici düşünceler, kendisinin veya sevdiği birisinin başına korkunç bir şey gelebileceği ya da kendisinin böyle bir zarar verebileceği korkuları olabilir. Ya da zarar verme dürtüleri, kendi inançlarına aykırı bir davranışta bulunma dürtüleri olabilir. Kişi bu düşünceleri ve dürtüleri anlamsız bulur ve hiçbir zaman bunlara göre davranmayacağını bilir, ancak gene de korku yaşar. Bu durumları engellemek için önlemler almaya çalışır.  Bu önlemlere kompülsiyon adı verilir. Kompülsiyonlar kişinin saçma bulsa da kendini yapmak zorunda hissettiği tekrarlayıcı davranışlardır. Bu davranışlar genellikle bir dizi kurala uygun olarak törensel ve tekrarlayıcı olur. Davranışsal ya da zihinsel olabilir. Örneğin ebeveyninin ölmesinden korkan bir çocuk her gece defalarca gelip ebeveyni tekrar tekrar öpme davranışı gösterebilir. Bu gelip gitmeler sonunda bitap düşer ama yine de devam edebilir. Genellikle bu davranışlar sayılı olarak gerçekleştirilir ve sayı giderek artar. Bazen de içinden sayı sayma ya da belli sihirli sözcükleri defalarca tekrarlama biçiminde gelişebilir.  Simetri konusunda takıntılar ve düzeltme davranışları, mikrop bulaşma korkuları ve tekrarlayıcı el yıkama davranışları OKB tabloları içinde en sık görülenleridir.  Bu davranışların gerçekleştirilmesinden sonra kısa bir rahatlama olsa da obsesyon tekrarlar ve kişi kendisini aynı ritüeli en baştan tekrarlamak zorunda hisseder.  OKB tanısı konan hastalar genellikle yaşamları aşırı biçimde kısıtlanan; obsesyonları ve kompülsiyonları nedeniyle ciddi problemler yaşayan kişilerdir.

Ancak, yazının başında da belirttiğim gibi; OKB benzeri yaşantılar aslında gündelik yaşam içinde pek çoğumuzun sıklıkla yaşadığı durumlardan çok da farklı değildir. Gündelik yaşamın bir parçası olan obsesyonlar ve kompülsiyonlarla OKB hastalığı arasındaki fark; hastalık durumunda daha yüksek dozda kaygı ve endişe yaşanması, bu düşünceler ve davranışların kişinin yaşamının büyük bölümünü kapsaması ve kontrol edememekle ilgili çaresizlik duygusunun hastaların yaşamını cehenneme çevirmesidir.

Psikiyatrik bozukluklara evrimsel ve gelişimsel boyutta yaklaşımlar bu tabloları anlamak konusunda bize yardımcı olur. OKB nin toplumdaki sıklığı ve OKB benzeri davranışların gündelik yaşamdaki yaygınlığı, bu tablonun evrimsel bir bakış açısı ile ele alınmasını gerektirir. Psikiyatrik sorunlara evrimsel bir yaklaşımla baktığımızda insan beyninin geldiği noktanın evrimsel mekanizmaların izlerini taşıdığını  ve davranışlarımızın, düşüncelerimizin, duygularımızın bu evrimsel seçilim süreçlerinin ürünleri olduğunu kabul ederiz. Bu bakış açısı  ruhsal bozukluk tablolarının ve varkalıma katkısı olan süreçlerin ilişkili olduğu görüşüne dayanır.  Bireylerin hayatta kalma ve üreme başarısını arttıran bu yüzden de nsanın gen havuzunda korunan biyolojik özelliklerin bazı durumlarda ruhsal hastalık tablolarına yol açabildiğinin gösterir.

Bu alandaki saygın pek çok araştırmacıya göre OKB belirtileri insan beynindeki tehlikeleri öngörme ve zarardan kaçınmaya yönelik çalışan sistemin düzeninin bozulmasıdır. Bu yaklaşıma göre insan zihninde biz farkında olmadan ve istemsiz çalışan, risk senaryoları üretip bunlardan kaçınma planlarını oluşturan bir sistem vardır ve OKB hastalarında bir nedenle bu sistem kontrolden çıkmıştır. Normalde, risk senaryosu üretim sistemi, bireyleri tehlikelerle karşılaşma öncesinde hazırlayarak önlem alma davranışları ortaya çıkarır. Bu açıdan bakıldığında da sistemin doğal seçilim sürecinde bu grup bireyleri avantajlı duruma geçirdiği açıktır. Bu yaklaşım normalde obsesif düşüncelerin vücudun immün sistemine benzer bir işlevi olduğunu ve bir tür koruyucu mekanizma olduğunu ileri sürer.

İnsan türünün yeryüzündeki varkalım macerasına bakıldığında risk senaryosu üretim ve yatıştırma sisteminin gerekliliğini kavramak hiç de zor değildir. Gelişmiş beyni sayesinde şimdiki zaman ve durumdan bağımsızlaştığı anda insanoğlunun hayal gücü tehlike senaryoları üretmeye başlamış, bu tehlikeleri uzaklaştırmak için de yöntemler bulma çabasına girmiştir. İnsanlık tarihi kadar eski olan ayinler ve ritüeller varoluşsal korkuları yatıştırmada önemli rol oynamıştır. Korkulan durumlara karşı önlem alma davranışları olarak kabul edilebilecek törensel davranışlar halen batıl inançlar, dini ritüeller, uğurlu sayılar gibi birçok biçimde devam etmektedir. Obsesif kompülsif belirtiler gelişimsel sürecin özellikle kaygı ve belirsizliğin arttığı dönemlerinde normal olarak ortaya çıkar ve uyumu arttırma işlevi görür. Özellikle de kaygıların yoğun yaşandığı dönemlerde bu törensel davranışların önemli anksiyete yatıştırıcı rolü vardır. Örneğin korkuların yoğun yaşandığı bir dönem olan doğum sonrası dönemde yeni doğan bebeği korumakla ilgili kaygılar annelerde çok sıklıkla ortaya çıkar. Bu kaygılar bir yandan annenin bebeğin bakımı konusunda hassasiyetini sağlar diğer yandan da kontrol edilemez tehlikelere karşı önlem alınmaya çalışılır. Annelerdeki aşırı titizlik halleri; yeni doğan bebeği nazardan korumak için mavi boncuk takılması gibi durumlar toplumda yaygın görülen ve kabul edilen obsesif kompülsif belirtilerin hafif formlarıdır. Öte yandan bu dönem kadınlarda hastalık formundaki OKB tablolarının da sıklıkla ortaya çıktığı bir dönemdir. İstemsiz biçimde akla gelen bebeğin zarar görebileceği, hatta kendisinin bebeğine bir zarar verebileceği korkuları OKB tablolarının başlangıç belirtileri olabilir.  Bu örnekte olduğu gibi boyutsal bir çerçevede ele alındığında ruhsal bozukluk kabul edilen tabloların bir bölümünün nasıl olup da normal davranışların uç noktalarını oluşturduklarını anlamak çok da zor değildir.

OKB de sık görülen belirti tipleri dört ana grupta toplanır ki bu belirtilerin her biri hafif formlarda gündelik yaşam içinde uyumu arttırıcı işlevi olan davranışların uç noktaları kabul edilebilir.  Bu gruplar temizlikle ilişkili (örneğin mikrop ya da başka şeylerin bulaşması ve buna karşı önlem alma davranışları); simetri ile ilişkili (düzenleme, sıralama, sayma gibi.. ); zarar ile ilişkili (kendine ya da başkalarına zarar gelmesi, zarar verme, kontrol etme…); yasaklanmış ya da tabu düşüncelerle ilişkili (cinsellik, saldırganlık, dinsel temalı obsesyonlar ve ilişkili kompülsiyonlar) olarak sınıflandırılır. Obsesif kompülsif bozukluğun bir parçası olarak kabul edilen biriktirmecilik (gereksiz eşya, çöp vs. biriktirme) son dönemde diğer gruplardan ayrı ele alınmakla birlikte benzer özellikler gösterdiğinden OKB içinde ele almayı sürdüren yaklaşımlar da vardır. OKB olan hastalar, çoğu zaman bu düşüncelerin ve ilişkili davranışların gerçekle bağlantısı olmadığının ve saçma olduğunun bilincindedir. Ancak çocuklarda daha sık olmak üzere bazen de korku ve kaygı yaratan düşünceleri gerçek ve geçerliymiş gibi kabul ederler ve önlem almak adına aslında korktukları konu ile hiçbir bağlantısı olmayan törensel eylemleri bırakmak istemezler.

Temizleme, zarardan kaçınma, kontrol etme, düzenleme ve toplama davranışlarının hepsi temizlik, güvenlik, saldırganlık ve cinsellikle ilgili davranışlardır. Bağlam dışı ortaya çıktıklarında ise bir anlam taşımazlar. Hayvan çalışmaları örümceklerin ağ örmesinden kuşların yuva yapmasına kadar birçok davranışın OKB belirtilerine benzer nitelikler taşıdığını göstermektedir. Bu davranışların ortak özelliği yaşam döngüsünün belirli dönemlerinde otomatik biçimde ortaya çıkması ve bir düzen içinde gerçekleştirilmesidir. Örneğin tüy temizleme davranışı tüm memelilerde görülen bir davranıştır. Dikkatli izlendiğinde belli bir sıra içinde gerçekleştiği ve engellendiğinde aynı davranışsal dizgenin baştan başlatıldığı gözlemlenir.  Hayvanlarda ortaya çıkan bu tür otomatik davranışların bazen insandaki OKB benzeri tablolara dönüştüğü de bilinmektedir. Canine kompülsif bozukluğu adı verilen tablolarda köpekler yara oluncaya kadar kendilerini yalama davranışı gösterirler ki bu davranış bazı OKB hastalarının yara edinceye kadar ellerini yıkamalarından pek de farklı değildir. Daha da ilginç olan bu tabloların insanlarda OKB tedavisinde kullanılan ilaçlarla tedavi edilebilmesidir.

Klinik obsesyon ve kompülsiyonların normal gelişimsel veya kültürel fenomenlerin uç noktalardaki varyantları olduğu görüşünü destekleyen bir başka konu da gelişimsel süreçteki yaygınlıklarıdır. Gelişimsel süreçte bazı dönemlerde ritüel benzeri tutumlarda artış olur.  Örneğin, 2.5 yaş civarında çocukların birçoğunda ritüeller görülür. Bu yaşın çocukların bazı davranışların aynı biçimde yapılması için ısrar ettiği bir dönem olduğu gözlemlenir. Yemek belli biçimde yenir, banyo belli biçimde yapılır, yatmadan önce belli davranışlar yapılmalıdır vs. Bu davranışların nedeninin ayrılıkla ilgili anksiyeteyi yatıştırmak ve bir yandan da yaşam üzerinde kontrol sahibi olma çabası olduğu ileri sürülmektedir. 5-6 yaşlarında çocukların grup oyunlarında da törensel davranışlarla karşılaşırız.  Saymalar ve oyun kurallarındaki aşırılıklar bu dönemde başlar. 6-11yaş arası birtakım nesneler biriktirme ve koleksiyon merakı ortaya çıkar, oyunlardaki kurallar çok önem kazanır ve harfiyen uyulması gerekir. Aynı dönemde gökkuşağının altından geçilmez, aynı anda aynı şey söylenince saç çekilir, yerdeki çatlaklara basmama, şanslı ve şanssız numaraların olması, eşyaların doğru yerde durması gibi takıntılar bu yaşlarda çok sıktır. Normal çocuk törensel davranışları daha çok gündelik yaşamla ilgilidir, kaygıları kontrol etmeyi öğretir, sosyalleşme ile ilişkili kurallar oluşur.   Adolesansda ise gençler kendilerine seçtikleri bir idolle ilgili obsesyonlar geliştirirler. Gerçek kişilere yönelik aşk da ilk olarak bu yaşlarda ortaya çıkar ve zihni işgal ediş biçimi ile obsesyonun en yaygın görünümü olarak kabul edilebilir.

Temizlik, titizlik, düzen gibi kişilik özelliklerinin OKB ile ilişkisi bilinmemektedir.  Her ne kadar araştırmalar obsesif kompülsif kişilik ile OKB arasında doğrudan bir ilişki bulamamışlarsa da günlük yaşamdaki bazı alışkanlıkların OKB nin hafif formları olduğu düşünülebilir. Bir açıdan dünya düzenli kişilerle dağınık kişiler arasında sürekli bir savaş yeridir. Öyle ki 1960 lardan sonra oluşan komünlerin dağılmasındaki en önemli nedenin dünya düzenine ilişkin fikir ayrılıkları değil birlikte yaşamanın pratik zorlukları olduğu söylenir.  Bu zorluğun başlıca nedeni de birlikte yaşayan komündeki dağınıklar ve düzenlilerin anlaşmazlıklarıdır.   Temizlik ve düzenlilik gibi konularda insanlar arasındaki farklılıklar doğuştan getirilen biyolojik  özelliklerle ilişkilidir ve değiştirilmesi oldukça güçtür. 

Eğer kirlilikten kaçınma, aşırı düzenlilik, plancılık, gibi birçok obsesif özelliği düşünecek olursak bu özelliklerin tümünün insan türü için varkalım avantajı sağladığı ortadadır. Örneğin kirlilikten kaçınmanın hijyenle, dolayısıyla da sağlığı korumakla ilişkisi olduğu açıktır.  Kompülsif davranışların bir diğer yararı da anksiyeteyi yatıştırma özelliğidir. Bu açıdan kompülsiyonlar batıl inançların pek çok özelliğini gösterir. Kompülsiyonlar ve batıl inançlar arasındaki ortak nokta büyüsel düşüncedir.  Büyüsel düşünce, düşüncenin gerçek bir gücü olduğuna dair yanlış bir inanca sahip olmak anlamına gelir. Gerçekte dış dünyada düşüncenin herhangi bir etkisi yoktur. Oysa büyüsel düşünce, gerçeklikle düşünceyi eş tutar. Çocuklukta büyüsel düşünce yaygındır. Örneğin okul öncesi çocuklar birisine kızdıklarında ona gerçekten bir zarar verdiklerini zannedebilirler. Batıl inançlar da bu tür bir akıl yürütmeye dayanır. Örneğin birisinin kıskançlığı gerçekten de zarar verebilir diye düşünülür ve önlem alınır. Nazara inanmak ve kötü niyetli kişilerin olumsuz düşüncelerinden korunmak için nazar boncuğu takmak bu inancın sonucudur. Aslında kötü bir düşüncenin eyleme dönüşmediği sürece zarar verme riski yoktur de yoktur bu riske karşı alınan tedbirlerin de herhangi bir tehlikeyi savuşturucu gücü yoktur. Genelde batıl inaçların amacı iyi şans getirmek ve kötülüklerden korumaktır.  Nazara ilişkin inanışlar, tahtaya vurma davranışları tüm toplumlarda ortak olan davranışlardır. Batıl inançlar cinsiyet ve eğitim fark etmeksizin tüm insanlarda görülürler. Batıl inançların başlangıcta öğrenmeye dayandığı, bir olayla bir durum arasında şans eseri bir bağlantı kurulduğu ve anksiyeteyi yatıştırdığının ortaya çıkması ile  bu inançların yaygınlaştığı ileri sürülmüştür. Batıl inançların öğrenilmesi veya ortadan kalkması açısından model alma davranışlarının önemini gösteren çalışmalar vardır. Bir araştırmada kişilerin kendi batıl inançlarının en fazla olduğu yaşların 12-16 arası dönem olduğunu bildirmesi erinlikte ortaya çıkan hormonal etkilerin yarattığı dürtüsellik ve  anksiyete artışı ile ilgisi olabileceğini düşündürmektedir.  Çalışmalarda hem OKB hastalarının hem de akrabalarının kontrollere oranla daha fazla batıl inanç sahibi olduğu gösterilmiştir.

Antropologlar büyüler ve ritüellerin tüm insanlarda kontrol edemedikleri durumlarda bir tür kontrol hissi sağlayarak anksiyeteyi yatıştırdığını gözlemlemişlerdir. Örneğin kompülsiyon benzeri törensel davranışların sık olduğu bir diğer grup sporculardır. Bu durumun yarışmalar öncesi ortaya çıkan performans anksiyetesini yatıştırmakla ilişkisi olabilir. Belli davranışların törensel biçimde tekrarlanması ile olası sonuçları kontrol etme hissi kazanılır.   Tüm dini davranışlarda da belli kurallar çerçevesinde tamamlanması gereken bir dizi davranışın varlığı değişmez bir kural gibidir. Bu davranışları yerine getirerek kişi kendini Tanrı’nın cezalandırmasına karşı korur ya da belli durumlara karşı Tanrı’nın yardımını alır. Dini ritüellerin aşırı biçimde uygulanmasına OKB hastalarında da rastlanabilir. Cezalandırılma korkusu ve buna karşı yerine getirilen bir dizi ritüel sık görülen OKB belirtilerindendir.

OKB de beyindeki temel bozukluğun beynin iç bölgesindeki gri hücre adacıkları olarak tanımlanabilecek  striatum bölgesinde olduğu ve özellikle orbitofrontal ve singulat korteksin dengeyi sağlamak için aşırı fonksiyon gördügü ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre günlük rutin işlevlerimiz esnasında agresyon, tehlike, temizlik ve cinsellik ile ilgili olarak duygu düşünce ve dürtülerimizi gözleyen, denetleyen, düzenleyen  striatum görevini yapamamaktadır. Korteks ise bilinçli bir çaba ile ritüeller ve kaçınmalar yoluyla yatıştırma çabası içine girmektedir. Yapısal ve fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmaları “kortiko-striatal-talamik-kortikol yolak dengesizliği” kuramını desteklemektedir.   Bazal ganglionlar kortikospinal akımın düzenlenmesinden sorumludur. Putamen aracılığıyla motor işlevleri düzenlerken kaudat çekirdek aracılığıyla da devinimin bilişsel yönü ile ilgili düzenlemelerin gerçekleştiği  ve işlev bozukluğunda OKB belirtileri ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu sistem yaşantısal travmalar gibi aşırı korkuların etkisi ile bozulabildiği gibi örneğin streptokok enfeksiyonlarına karşı vücudun geliştirdiği antikorların hasarlaması ile de biyolojik olarak bozulabilmekte ve her iki durumda da OKB tabloları ortaya çıkabilmektedir. OKB nin ortaya çıkışında bir diğer etken genetik yatkınlıklardır. Özellikle 14 yaş öncesi başlayan OKB ile ilgili çalışmalar ailesel geçişin önemine işaret etmektedir. Erken yaşta başlayan OKB de birinci derece akrabalarda OKB görülme oranı % 8 civarındadır ki bu riskin yaklaşık üç kat artmış olduğuna işaret eden bir orandır. 

Aile çalışmalarındaki oranların yüksekliği genetik riskin artmış olduğuna işaret ettiği gibi öğrenmenin etkilerine de işaret ediyor olabilir çünkü OKB hastalarının riskleri olduğundan daha yüksek düzeyde algıladıkları ve risklerden kaçınma davranışlarının daha abartılı olduğuna dair bulgular vardır. Bu bilgi işleme biçimi ise çocukluktaki öğrenmelere dayanmaktadır. Aile çevresinde daha fazla batıl inanç sahibi bireylerin varlığında kendini tehlikeye maruz kalmış hisseden çocuk büyüsel düşünce biçimini sürdürecektir. Böylece çocuk kaygı verici  durumlarda bir tür kontrol ve öngörülebilirlik hissi yaratarak kendini rahatlatma yoluna gider.

İstemsizce ortaya çıkan olumsuz düşüncelerin baskılanmaya çalışılması ile tam ters etki ile bu düşüncelerde bir artış olduğu bilinmektedir. OKB bu duruma örnektir. Baskılanma çabası dikkatin daha fazla olumsuz düşünceye yönelmesine neden olmakta bu da anksiyeteyi arttırmakta ve birey anksiyeteden kurtulmak için bir takım ritüeller geliştirmektedir. Hastalar risk senaryosu üreten sistemde ortaya çıkan düşüncelerin farkına vardıklarında bu düşüncelere aşırı önem atfeden ve önlem alma çabasına giren bireyler olabilirler. Bu aşırı korkunun nedeni ise büyüsel düşüncenin sürdüğü bir bilişsel yapı olabilir. OKB hastalarında var olana benzer duygu ve düşünceler her insanda ortaya çıkabilir ve aşırı korku yaratmayabilir. Böylece gündelik düşünce akışı içinde kolayca kaybolabilir veya gündelik ritüellerle korku kolayca yatıştırılabilir.  OKB hastalarında ise düşüncenin gerçeklikle karıştırılması ve korkunun aşırılığı yüzünden bu geçiş yapılamıyor olabilir.

Obsesif kompülsif bozukluğun evrimsel ve gelişimsel süreçler çerçevesinde ele alınması ruhsal hastalıkların anlaşılmasına yönelik önemli bir modeldir.  Bu yaklaşım biçimi uyumu ve evrimsel başarıyı arttırmaya yönelik gelişmiş bir biyolojik sistemin farklı  ya da aşırı çalışmasının uç noktalarda ruhsal hastalık gelişiminde rol oynayabileceğini

göstermektedir. Ruhsal bozuklukların insan türünün evrimsel süreçteki kazanımlarının bedelleri olarak görülmesi ruhsal hastalıklara yaklaşımdaki bakış açımızı da değiştirecektir.   

Kısacası insanların birbirine benzerliği her zaman farklılıklardan daha fazla olacaktır. Hastalık ve “normallik” arasındaki çizgiler de zannedildiği kadar keskin olmayabilir.