Son zamanlarda George Orwell’in sinemaya da uyarlanmış olan “1984” romanı çok sık aklıma geliyor.  Psikeart’ın bu sayıdaki konusu “Özgürlük” de onu çağrıştırdı nedense… Konuyu duyduğumda romanda Parti’nin sloganı olarak kullanılan ve insanları hipnotize edecek biçimde sürekli tekrarlanan sözleri hatırladım:

“Savaş barıştır”

“Özgürlük köleliktir”

“Cehalet güçtür”

Orwell, 1960’larda İkinci Dünya Savaşı sonrası yılgınlıktan ve atom silahlarının geliştirilmesindeki “silahlanarak özgürlüğü koruma” fikrinin çarpık mantığından etkilenerek kurmuş “1984” ün distopyasını… Romanda sürekli savaşta olduğuna ve tehlikede olduğuna inandırılmış vatandaşların, Partinin ve başındaki Büyük Birader’in yönetiminde kendi düşüncelerinden bile korkan otomatlara dönüşmesi ve totaliter sistemin hiçbir şeyi sorgulamadan lidere tapan gönüllü köleleri haline gelmesi anlatılır.  Roman kahramanı bu sisteme karşı düşünmeye ve davranmaya başladığında bir gün kapısı “düşünce polisi” tarafından çalınacak ve karşı çıkışının bedelini ödeyecektir.

Orwell romanında insanların “nasıl olup da özgürlük, adalet, sevgi, kendine saygı” gibi temel insani isteklerinden vazgeçebildiği sorusuna yanıt arar.  Bu sorunun ilk yanıtı insanlarda “düşman korkusu” yaratılmasıdır. Büyük Birader, bunu elinde tuttuğu medya araçları ile gerçekleştirir.  Sürekli olarak varlığı şüpheli bir savaşın ve savaştaki başarıların haberleri verilerek halkın lidere bağlılığı pekiştirilir. Korku, her zaman insanları yönetmenin onlar üzerinde kontrol ve güç sağlamanın en başta gelen yöntemidir. Korkan insanları mantıktan uzaklaştırmak ve iki artı ikinin beş ettiğine inandırmak hiç zor olmaz. Böylece ikinci kontrol yöntemi ortaya çıkar: çifte düşünce.  Gerçek artık insanların gördüğü değil partinin onların görmesini istediği gerçekliğe dönüşmüştür. Çünkü zaten gerçek, insanın zihninde yarattığı bir şeydir ve insanların zihinlerini kontrol ettiğinizde gerçeği istediğiniz biçimde oluşturabilirsiniz. Zihin kontrolü ise dilin değiştirilmesi ile mümkündür. Parti bir “Yenidil” oluşturmuştur. Yenidilde; onur, adalet, ahlak, demokrasi, bilim, ahlak, din gibi kelimeler atılmıştır. “Özgür” sözcüğü politik özgürlük ya da entelektüel özgürlük anlamlarında kullanılamaz. Yalnızca örneğin “köpeğin bitlerden özgürleştirilmesi” gibi bir kullanım mümkündür. Sözcüklerin içeriği boşaltılmış, asıl anlamlarından koparılmışlardır. Dil, düşüncenin alanını genişletmek değil daraltmak için kullanılan bir araca dönüştürülmüştür.  Yenidil tamamen yerleştiğinde geçmişle olan tüm bağlar koparılacaktır. Böylece tarih tekrar yazılmış olacaktır. Tarihin değiştirilmesi demek şimdiki zaman ve gelecek zamanın kontrol edilmesi demektir. Parti yöneticilerine göre insanlar zayıf ve korkak yaratıklardır; özgürlük istemezler, aslında özgürlükten kaçarlar! Böylece iktidar sahibi olmak isteyenler insanları kolayca ele geçirir!

1984, internetin hayal bile edilemediği bir zamanda yazılmıştı. O yüzden romanda toplumu kontrol etmenin en önemli aracı televizyon olarak anlatılmıştır. Televizyon, hem izlenen hem de izleyicileri izlemeye yarayan bir araç olarak tarif edilir. Büyük Birader böylece televizyon görüntüleri ile insanları hipnotize eder; aynı zamanda da kontrol eder ve yaptıklarından haberdar olur. Parti kuralları dışına çıktığı tespit edilenlerin evine kısa sürede polis baskın yapar. Televizyonun bu şekilde iki yönlü bir araç olarak kullanımını hayal eden Orwell,  bilgisayar ve internet dönemini yaşasaydı acaba korkularının gerçekleştiğini görür müydü? Yirminci yüzyıl sonundaki teknolojik gelişme ile ilgili kehanetleri nasıl olurdu? Bazılarımız gibi internetin insanları özgürleştireceğini; doğrudan demokrasinin internet sayesinde mümkün olabileceğini; insanların birbirlerini daha iyi anlayacağını ve böylece düşmanlıkların ortadan kalkacağını mı düşünürdü; yoksa internet sayesinde otoriter sistemlerin güçleneceği konusunda bizleri uyarır mıydı?

Wired Dergisi editörü Kevin Kelly’nin 2007 de yaptığı bir TED konuşmasında söylediği bir söz beni çok etkilemişti. Kelly dünyanın her tarafından internete bağlanan insanların giderek “tek bir büyük beyin” haline geldiğini söylüyordu. Bu düşünce bana müthiş bir şey gibi göründü. İnsanoğlunun “evrimsel sıçrama” süreci yaşadığına inananlardan birisi olarak internetin bugüne kadar çözülememiş bütün problemleri çözmek için mükemmel bir araç olacağını düşünüyordum. Bilgiye ulaşımın ve paylaşımın kolaylaşmasının insanların güç savaşını gereksiz kılacağını; birbirimizi anlamakta daha büyük adımlar atacağımızı ve insanoğlunun internet sayesinde Babil kulesini kurmasının mümkün olduğunu düşündüm.  İnternet insanların hem birbirlerine yakın olup hem de kendi özgürlük alanlarını koruyabilmelerini sağlayan bir araç olabilirdi… Bu düşüncelerim biraz fazla iyimser ve safça imiş anlıyorum.  Ortaya çıkacak “büyük beyin” in “hasta” bir beyin olma ihtimalini düşünmemiştim. İktidar hırsı, öfke ve korku ile dolu; kontrol düşkünü, paranoid bir beyin aklıma gelmemişti…

Şu günlerde maalesef Kevin Kelly’nin söz ettiği “tek bir büyük beyin” ütopyası, yönetenlerin elinde giderek böyle hasta bir beyine dönüşmekte diye düşünüyorum. İnternet giderek paylaşma aracı olmaktan çıkıyor ve toplumu kontrol etme aracı olmaya doğru yöneliyor. Wikileaks kurucusu Julian Assange, Cypherpunks kitabında gelinen durumu şöyle anlatıyor: Dünya internet sayesinde yeni bir otoriter distopyaya doğru hızla ilerliyor. İnternet otoriter devletlerin ve diğer yapıların elinde güçlü bir takip ve kontrol aracına dönüştü.  Devletlerin elinde artık insanlığın tüm entellektüel gücünü kontrol etmek için önceden hayal bile edemeyecekleri bir baskı aracı var. Sansür, insanların bilgiye ulaşmasını ve paylaşmasını engelleyecek biçimde kullanılıyor. İnternet sayesinde Google sizi,  sizden iyi tanıyor. Sizinle ilgili tüm bilgiler sonsuza kadar biriktiriliyor. İnternete bağlı telefonlar sizin sürekli izlenmenizi ve hakkınızdaki her şeyin kaydedilmesini sağlıyor. Özgürlükleriniz artık pamuk ipliğine bağlı çünkü sizinle ilgili bütün bilgiler otoriter yönetimlerle paylaşılmak ve gereğinde kullanılmak üzere kayıt altında…

İnsan ister istemez Wilhelm Reich’ın “Dinle Küçük Adam” kitabını hatırlıyor. Öyle ya içimizdeki küçük adam, sırf korkaklığından ötürü Einstein’ın buluşlarından atom bombası yapılmasını alkışladığı gibi internet gibi bir özgürleşme aracının bir baskı aracına dönüşmesine izin veriyor. Orwell’in distopyasının gerçekleşmesi çok yakın olabilir.  İktidar sahibi olmayı yalnızca güç sahibi olmak böylece topluluklar üzerinde kontrol ve baskı uygulayabilmek için isteyen kişiler; korkuları ve zaaflarıyla onları alkışlamaya hazır küçük adam ve kadınlar oldukça insanların inşa etmeye çalıştıkları bütün Babil Kulelerinin yıkılması kaçınılmaz gibi görünüyor.

Yazının sonuna geldim ve kapım çalınıyor!

Lütfen “düşünce polisi” olmasın!