Şimdilerde pek kullanılmıyor ama bizim zamanımızda çocukların ana babalarından en sıklıkla duyduğu sözlerden birisiydi “icat çıkarma!”.  Yeni ve farklı bir şey yapmak isterseniz bu sözle karşılaşırdınız. Benim çok duymuşluğum var bu sözü çünkü çok icatçı bir çocuktum. Dünyayı tanıma olanaklarımız Hayat ansiklopedisi ve Resimli Bilgi ile sınırlı idi; ama ilkokulda elementlerin özgül ağırlıklarının onların esrarengiz bir özelliği olduğunu kavrayıp ansiklopediden tek tek bulup ezberlemiştim.  Her çocuk gibi uçmayı hayal ederdim ve bunun için geliştirdiğim projelerin çizimlerini hala saklıyorum. Pek çok şey hayal ederdim, hayallerimi gerçekleştirmek için de planlar yapmaya başlardım. Sonra bol bol “icat çıkarma!”.  Ortaokulu TED Ankara Koleji’nde okudum. Orta birinci sınıfta ilk kez bize bilimsel bir proje yapma ödevi verildi. Nihayet icatlarımdan birini ortaya koyma fırsatı bulmuştum. O sıralar sürekli hayal ettiğim şey yukardan akan suyun bir çarkı çevirmesi, sonra çarkın itişi ile suyun tekrar yukarı çıkması ve çarkı çevirmesine dayanan bir sistemdi. Okul yolunda yürüyerek gidip gelirken böyle şeyler hayal eden biriydim.  Ödev verilince hemen projemi gerçekleştirmek için çizimler yaptım, sonra ilaç kutularından kestiğim metal parçalarından çarkımı oluşturdum. Sonra iş suyun içinde akacağı oluk sistemini yaptırmaya geldi. Bunu yaptırmak için çarkımı alıp mahalledeki demirciye gittim. Mahalle demircimizi saygı ile anıyorum; karşısındaki onbir yaşındaki kız çocuğunu ciddiye aldı ve çizdiğim şeyi yapmak için saatlerce uğraştı.  Fakat tekrar tekrar denediğimiz halde su tekrar yukarı çıkıp tekrar çarkı çevirmiyordu… Çeşitli eğimlerde olukları birleştirdik, eğdik büktük olmadı. (Tabii ki ben o sırada temel fizik kurallarından da habersizdim; yapmaya çalıştığım şeyin adının “devridaim makinesi” olduğundan, pek çok kişinin bunu deneyip yapamadığından ve biraz da dalga geçilerek “Con Ahmet’in Makinesi” dendiğinden de…) Biz demircide uğraşırken geç olmuştu, hava kararmıştı hiç farkına varmamıştım. Demircinin kapısından telaş ve sinir içinde giren annem ve babamın gelmesi ile gerçek dünyaya geri döndüm. Kulağımdan tutularak eve götürüldüm, icat yaşantım da böylece bitti…  Zaten ergenliğin bastırması ile birlikte makine düşünmeyi bırakıp insanlarla daha çok ilgilenmeye başladım, sosyalleştim. Beynim normalleşti! Bu yüzden icat takıntılarımı desteklemeyen anne babama minnettarım çünkü öbür türlü kalsaydım nasıl bir insan olurdum bilmiyorum.

Bu çocuksu heveslerini merak ve yaratıcılıklarını sürdüren ve hayallerini gerçekleştirmek için herşeyi göze alan insanlar var. Çoğunlukla yaşamları hiç kolay olmuyor, ama onlar yine de hayallerinin peşinden gitme cesaretini gösteriyorlar.  Yaratıcı kişilik özelliklerini Nancy Andreasen “Yaratıcı Beyin” (2005) kitabında şöyle özetliyor: Yaratıcı kişiler yeni deneyimlere açık insanlardır. Her an dünyaya yeni ve taze bir bakış açısı ile önyargılardan, kalıplardan uzak yaklaşabilirler. Sıradan insanların düşünce ve davranışlarını sınırlayan kurallar onlar için geçerli değildir. At gözlükleri takmadıkları için olguları herkesten farklı görür ve değerlendirirler, her an onlar için yenidir. Bu durum her anın yeni bir potansiyel ama aynı zamanda da belirsizlik içermesine neden olur. Bu yüzden yaratıcı kişiliklerin belirsizliklere dayanma gücü yüksek olmalıdır. Karşılarına çıkan her durumu önceki tanımlardan uzak, kendine özgü özellikleriyle algılayabilmek ve yeniden değerlendirebilmek için, kalıp yargıların rahatlığından uzakta kalmayı ve belirsizliklere dayanabilmeleri başarabilmeleri gerekir. Bu da olguları ak ve kara olarak sınıflamamak, grinin tonlarıyla rahat edebilmek demektir. Yanıtı olmayan sorular ve sınırların solukluğu onları rahatsız etmez, tam tersine bundan mutluluk duyarlar. Soru sormak, araştırmak, geleneklerin sınırlarını zorlamak, muhafazakarlığın rahatlığı içinde kaybolmamak gerekir. Dışardan empoze edilen kuralları sevmezler, sanki kendi iç kuralları varmışçasına yaşamak isterler. Maceracıdırlar, karmaşanın sınırlarında yaşayabilirler. Sınırları böyle zorlamak, belirsizlik içinde yaşayabilmek, hem kendilerinin hem de başkalarının duygu ve düşüncelerine duyarlı olabilmek ruhsal açıdan zorlayıcıdır. Güçlü duygular, acı ve yaralanmışlık duygusunu, kendini yalnız hissetme halini getirir. Gerçekliğin ve kendiliğin sınırlarını zorlamak ruhsal açıdan kırılgan oluşlarına neden olabilir. Ancak yaratıcı kişilikler aynı zamanda kararlıdırlar. Genel geçer ön kabulleri zorlamak bir çok kez başarısızlık ve dışlanmışlık yaşamalarına neden olur. Yine de vazgeçmezler. Engellenmeye dayanma eşikleri yüksek olmak zorundadır. Herşeye rağmen devam edecek enerjileri vardır. Bu enerji, onların yaşama yaklaşım tarzlarından, herşeyi merak edişlerinden neden ve niçinleri anlamaya çalışmalarından ve aynı zamanda çocuksu oyunculuklarından gelir. İlgilendikleri konuda çalışırken mükemmeliyetçi hatta takıntılıdırlar ve uzun saatler boyunca çalışabilirler.  Uğraştıkları iş onlar için hayatın merkezidir. Yaratma süreci içinde iken dış dünya silinmiş gibidir. Bencil ve bireyseldirler.

Psikeart’ın 2010 yılında çıkan Yaratıcılık sayısında Andreasen’in çalışmalarından uzun uzun söz etmiştim. Psikiyatri camiasında esas olarak şizofreni üzerine çalışmaları ile tanınan ve ülkemizdeki kongrelere de çok kez katılan ve dinleme fırsatı bulduğum Amerikan Psikiyatri Birliği’nin başkanlığını da yapmış çok üretken bir psikiyatrist olan Prof. Nancy Andreasen, yaratıcılık konusunda ilk beyin görüntüleme çalışmalarını da yapan araştırmacıdır (1). Bu araştırmaları yaparken yola çıkış noktalarından birisi de şizofrenik beyin ile yaratıcı beyin arasında bir ilişki olup olmadığı sorusudur. Bu soruyu sormasının nedeni  tarih boyunca her zaman dahilik ve delilik arasında ince bir çizgi olduğuna inanılmış olmasıdır. Dahi olarak tarihe geçen pek çok kişinin kendisinde ve ailesinde ruhsal hastalıkların daha sık olduğu gözlemlenmiştir. Ancak gerek Andreasen’in araştırma bulguları gerekse bu konuda yapılan diğer araştırmaların ortaya çıkardığı bulgular yaratıcılıkla şizofreni arasında bir ilişki bulunmadığı yönünde  olmuştur. Buna karşılık bir çok araştırma özellikle sanatçılarda ve yakınlarında duygudurum bozukluklarında artış olduğunu göstermiştir.

  Andreasen’in beyin görüntüleme çalışmaları sonucunda ortaya koyduğu en önemli bulgu yaratıcılık süreçlerinde beynin asosiyasyon korteksi denilen alanların daha aktif olduğu ve yaratma anlarında bu alanların kendi aralarında etkileşerek sanki beynin kendi içinde bir yankılanma süreci yaşadığı bulgusudur.  Andreasen bu çevreden kopma, düşünceleri serbest bırakma anlarının en çok serbest çağrışıma benzetilebileceğini söylüyor. Bu süreçte ortaya çıkan durumu REST (Random Episodic Silent Thought) olarak adlandırıyor. Bu durum MRI çekimi sırasında deneklere gevşemeleri ve akıllarına gelen düşünceleri serbest bırakmaları söylenerek elde ediliyor. Bu süreçte beynin sanki kendini düzenleyen bir sistem gibi çalıştığı, asosiyasyon korktekslerinin kendi arasında serbestçe etkileşime girdiği gözlemleniyor. Bu anlarda beyin sanki önce tamamen gerçeklikten kopuyor, dezorganize oluyor ve sonra tekrar yeni bir organizasyon biçimine gelirken orijinal bir fikir, imaj, müzik, denklem oluşturuyor… Asosiyasyon korkteksleri denilen alanlar insan beyninde duyu ve motor alanlar dışında kalan; insan beyninde en büyük hacmi kaplayan ve en geç gelişen alanlardır. Bu alanlar evrimsel süreçte de en geç gelişen alanlar olup, hacimsel olarak diğer memeliler ve primatlarla karşılaştırıldığında insan beyninde en farklılaşmış alanlar olduğu da biliniyor.  Andreasen’e göre yaratıcılık süreçlerindeki orijinal fikir bu alanların birbiriyle etkileştiği anlarda ortaya çıkıyor. Ancak yaratıcılık denilen süreç sadece bu anlarla sınırlı değil.  Yaratıcılık süreci aslında dört aşamalı bir süreçtir. Genel kabul gören modele göre yaratıcılık süreçleri: 1.kişinin belli bir problem tanımlaması, bilinçli olarak bunu çözmeye çalışması dönemi yani hazırlık; 2. İnkübasyon: bilinçli bir çözümün ortaya çıkmadığı, bilinçli çalışmanın sonlandırıldığı ancak beyindeki sürecin bilinçdışı devam ettiği süreç; 3. Aydınlanma, ya da “A-ha” anları” birdenbire çözümün ya da orijinal fikrin ortaya çıktığı anlar 4. Doğrulama: çözümün doğrulandığı, ayrıntılandırıldığı, eserin ortaya çıkarıldığı bilinçli çalışma süreçlerini içerir. Bu süreçlerin içinde yalnızca aydınlanma anları orijinal fikrin ortaya çıkış süreçleri olarak kabul edilir ve Andreasen’in söz ettiği REST durumlarında ortaya çıktığı bazı sanatçılar ve bilim insanlarının yaratım süreçlerine ilişkin öyküleri ile desteklenmiştir. Ancak unutmamak gerekir ki asıl ürünün ortaya çıkma süreci uzun bir hazırlık ve sonra orijinal fikir üzerinde çalışarak bir eser ortaya çıkarma sürecinden oluşmaktadır. Bu yüzden yaratıcılık yalnızca orijinal bir fikir, bir çözüm, bir andan ibaret değildir. Bu süreç sonunda uzun çalışmalarla ortaya bir ürün ya da eser konulmadığında orijinal bir fikir orijinal bir fikir olarak kalır ve bir yaratıcılık ürünü olarak kabul edilmez. Bu süreçte yeni ve farklı fikirlerin ortaya çıkışında asosisyasyon kortekslerinin kendi arasındaki yankılanma sürecinin önemi daha sonra birçok çalışmada gösterilmiştir. Farklı alanlardaki yaratıcılığın farklı beyin alanlarında aktivasyon yarattığı görülmüştür (2).

Sanatçıların yaratıcılığı ile bilim alanında çalışan kişilerin yaratıcılığı arasında fark olup olmadığı da araştırmaların sıklıkla ele aldığı konulardan birisidir. Bu konuda yapılan beyin görüntüleme çalışmaları iki grup arasında fark olmadığı yönünde sonuç vermiştir. Bulgular çok yetenekli sanatçılar ve bilim insanlarının benzer şekilde tepki veren asosiyasyon korteksleri olduğunu göstermiştir. Her iki grup da yüksek düzey sosyoafektif işlemleme ve REST alanlarında benzer şekilde yüksek aktivasyon göstermiştir. Buradan çıkan sonuç ise bütün yüksek düzey yaratıcı dâhilerin zengin bir hayal gücü ve duygulanımla kendi tutkuları olan çalışma alanına yaklaşmaları olabilir (3).

Sosyoafektif alanlar yani kendi duygularını düzenleme, başkalarının duygularını tanıma, zihinselleştirme gibi becerilerin gelişimi ergenliğin en önemli beyin gelişim süreçlerindendir. Bu alanların gelişmesi ergenlerin içinde yaşadıkları toplumun daha uyumlu üyeleri olmasını sağlar. Bu noktadan çıkıp bir spekülasyonda bulunacak olursak belki de diyebiliriz ki dahi düzeyindeki yaratıcıların bizim gibi sıradan insanlardan farkı sosyal uyumlarını kendi yaratma tutkularına kurban etmiş olmalarıdır.

KAYNAKLAR

(1) Andreasen NC (2005) The Creating Brain: The Neuroscience of Genius.

(2)Boccia M, Piccardi L, Palermo L, Nori R, Palmiero M. (2015)  Where do bright ideas occur in our brain? Meta-analytic evidence from neuroimaging studies of domain specific creativity. Frontiers in Psychology, Vol: 6: 1195.

(3) Andreasen NC, Ramchandran K (2012) Creativity in art and science, are there two cultures? Dialogues in Clinical Neuroscience; 14:49-54.