Frank Sinatra’nın meşhur şarkısını bilirsiniz hani “My Way” … Der ki:  “Ben hep kendi bildiğim, inandığım şekilde dolu dolu bir hayat  yaşadım!”. “Bir insan kendisi değilse, o zaman nedir ki?”. Buraya kadar çok güzel fakat şarkının üçüncü kıtasında   “Pişmanlıklar; tabii ki bir kaç tane vardı ama sözünü etmeye değmez!”  dizeleri gelir.  Ben de bunu her duyduğumda “nasıl yani?” diye sorarım içimden. Hem kendi bildiğin gibi yaşayacaksın hem de pişmanlıkların olmayacak; mümkün mü?  Çünkü eğer bu şarkıda söz edilen kişi (ki sözler Paul Anka tarafından bizzat Sinatra için yazılmıştır!) eğer kendi yolunu çizen; kendi hayatının iplerini elinde tutan bir birey ise ve söylediği gibi duygularında dürüst ise pişmanlıklarının bir kaç taneden fazla olması gerekir gibi gelir bana…   

Pişmanlık özerkliğin yani kendi kararlarını veren bir birey olmanın bedelidir. Bireyin bilinçli bir kararla yaptığı bir seçiminden dolayı ortaya çıkan sonuçların onu mutsuz etmesi ancak zamanın geri dönüşsüzlüğü nedeniyle bu eylemin/eylemsizliğin geri alınamazlığı durumunda yaşadığı rahatsızlık veren duygudur.  Pişmanlık sabahtan akşama kadar her anımıza eşlik eder. Evden beş dakika erken çıkamayıp otobüsü kaçırınca; öğlen yemekte sosisli sandöviç yiyip midenizi bozunca; süpermarkette yandaki kuyruk daha hızlı ilerliyor diye kuyruk değiştirip sonra ayrıldığınız kuyruğun daha hızlı ilerlediğini görünce; dikkatsizce hareket edip kafanızı direğe çarpınca hep pişmanlık duyarsınız. Sıradan, gündelik yaşamın her anına eşlik edebilir.  “Yanlış yapınca üzüntü duymalısın ki bir daha yapma!” der bellek bir anıyı üzüntü duygusu ile boyarken…  Bir tür düzeltme mekanizması diyebiliriz.  “Bir daha yapma!” sistemi! Unutup da eski yanlışlarımızı tekrarlamayalım diye bir önlem alma çabası…

Pişmanlık duygusu bir kaç temel inanışa dayanır. Birincisi birey eylemlerinde ve yaptığı seçimlerde özgür olduğu inancı taşımalıdır. İkincisi eylemlerini kontrol edebildiği duygusuna sahip olmalıdır. Üçüncüsü de farklı eylem biçimlerinin ortaya çıkarabileceği farklı sonuçları hayal edebilme becerisine sahip olmalıdır.  Yani birey kendi özgür iradesi ile bir karar vermiş, belli bir davranış biçimi sergilemiş ve ortaya çıkan sonuçtan memnun olmamıştır. Ancak ortaya çıkan sonuç geçmiş zamanda kaldığı için artık değiştirilemezdir. Pişmanlık bu durumda kendi seçimini geçmişe yönelik olarak gözden geçiren bireyin yaşadığı kendini suçlama durumudur! Bu şekilde açıklayınca hiç fena bir şey gibi görünmüyor değil mi? Kendini seçimlerinde özgür hissetmek ve zihninde farklı olasılıkları canlandıracak soyut düşünce becerilerine sahip olmak; insan zihnine özgü lükslerden birisi değilse nedir? Kendi yaşamını kontrol edebildiği duygusunu içinde barındıran bir tümgüçlülük duygusundan söz ediyorum. Bu durumun karşıtı ise, bireyin kendisini kaderin elinde oyuncak olmuş hissetmesidir ki bu tür bir hayat felsefesinin de sonsuz konforları olduğunu unutmamak gerekir. Bazı insanlar seçme şansları olan durumlarda bile seçim yapmayıp sorumluluğu dışarıda bırakmayı tercih edebilirler. Çözümü karar vermekten, seçim yapmaktan kaçınarak; kısacası kendi hayatlarının dümenini başkalarına bırakarak yaşamakta bulurlar. Böylece pişmanlığın ortaya çıkardığı kendinin hata yaptığını düşünme, kendine kızma durumundan kurtulurlar. Yaşamlarında iyi gitmeyen herşey için başkalarını suçlayarak içleri rahat bir şekilde yaşarlar.  Bu iki uç arasında pişmanlık kendi hayatının kontrolünü eline alma kararlılığının ibresi gibidir. Yaşamın kontrolünü elinde tutma duygusu ve sorumluluğu arttıkça pişmanlık artar; azaldıkça pişmanlık azalır. Sorumluluğu dış etkenlere yükledikçe başkalarını suçlama kendine yükledikçe kendini suçlama uçları arasında gidip geliriz.

Pişmanlık gelir geçer, pişmanlık korkusu geçmez. Hayatı felç eder. Sonra “keşke” gelir. “Keşke yapsaydım, keşke yapmasaydım, keşke dinlemeseydim, keşke dinleseydim”. Özgür irade ve kendi yaşamını yönetme konusunda hak iddia etmenin bir bedeli bu keşke deme korkusu ile pişman olma korkusu arasındaki sıkışmışlıktır.  Bu durumdan kaçınmak için kendi iradenizden vaz geçmekten başka da bir çözüm yoktur. Hayatınızla ilgili bütün kararları başkasına bırakıp mesleğinizi sevmiyorsanız ailenize; tatilde eğlenmiyorsanız eşinize kızabilirsiniz. Ama kendinize asla kızmazsınız. Çünkü başınıza gelen herşey hep başkalarının suçudur. İşte pişmanlık korkusu böyle bir şeydir. Kendinizi pasifize etmenize neden olur. Mükemmeliyetçiliğin en dip noktası da burasıdır. Her şeyin en doğrusunu yapmak zorunda hissedenler pişmanlık korkusuyla kendilerini kıpırdayamaz halde bulabilirler.

Pişmanlık ve bireyin kendi seçimlerinden ne ölçüde sorumlu olduğu konusu “özgür irade var mı?” tartışmalarına kadar uzatılabilir. Özgür iradenin varlığına ne kadar inanıyorsanız doğru karar vermek o kadar önemli olur ve insan kendini ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutar. Acı çekiyorsanız da sorumlusu kendiniz olursunuz. Yanlış adımlardan ötürü kendinizi suçlayabilirsiniz. Diğer taraftan eğer özgür irade diye bir şey yoksa o zaman herşeyin olacağı vardır ve bireyin bir sorumluluğu yoktur. Yani işler ters giderse “kader utansın” deyip çıkmak her zaman mümkündür. Pişmanlık çok rahatsız edici olursa ikinci yöntem her zaman işe yarar.  Zaten son dönemde yapılan bazı nörobilimsel çalışmalar da insanın eylemlerinin henüz bilinçli karar vermesi öncesinde gerçekleştiği halde kendini bilinçli karar vermis gibi algıladığına dair bulgular ortaya koymuştur. Her ne kadar bu çalışmaların sonuçları çok tartışmalı olsa da bilinçli verilmiş kararlar zannettiğimiz seçimlerimizin büyük ölçüde bilinçdışı süreçler tarafından etkilendiğini kabullenmek gerekir. 

Pişmanlıkları hafifletmenin bir başka yöntemi bu duygunun diğer insanlarca da yaygın biçimde paylaşıldığını bilmek olabilir. İnsanların yüzde doksanının herhangi bir zaman noktasında kendilerine sorulduğunda; iş seçimi, okul seçimi, eş seçimi gibi önemli kararlarından dolayı pişman olduklarını bilmek bir miktar rahatlatıcı olabilir. 

Pişman olup da bunu reddetmek yani kendine rahatsızlık veren bir duyguyu inkar etme çabası çok yaygın ama belki de en yanlış yöntemdir. Özellikle pişmanlık söz konusu ise ergenler bunu sıklıkla yaparlar. Çoğu insan çocukluk yıllarını dertsiz, tasasız zamanlar olarak hatırlar. Dert tasa yoktur çünkü karar verme, seçim yapma, sorumluluk alma yoktur. Kısaca anne babanız size “kardeş istiyor musun?” falan gibi soran tipten insanlar değilse pişmanlık da yoktur! Pişmanlıklar ergenlikte başlar; çünkü özgürleştikçe ve kendi kararlarını vermeye başladıkça; kendi davranışlarının sorumluluğunu hissetmeye başlayınca kaçınılmaz olarak yaptığınız hataları fark etmeye başlarsınız. Başka türlü davranmış olduğunuzda ortaya çıkabilecek farklı sonuçları hayal etme becerisi de ergenlikle birlikte gelişir. Başka türlü davransanız daha mutlu olabilirdiniz, ya da acı çekmeyebilirdiniz, ya da başka türlü bir hayatınız olabilirdi türünden alternatif senaryoları hayal etme ve davranışsal sonuçları zihninizde karşılaştırabilme becerisi ergenlikte gelişen soyut düşünce sayesinde gerçekleşir.  Bir yandan da yeni yeni kendi kararlarını verip kendi iradesini kullanmaya başlayan ergen sendeleyerek yürümeye çalışan iki yaş çocuğu gibidir. Düşe kalka ilerler. Bir düzeltici sistem olarak pişmanlık devrededir ama o bunu kabullenmek istemez, zayıflık gibi algılar. Kendi yaşamının dümenini ele geçirme çabası içindedir. Bir yandan da kendiyle bir hesaplaşma süreci işler. Yeni yeni dünyayı ve insanları tanırken hata yapmamak da mümkün değildir. Hata yapar, canı yanar ama asla belli etmek istemez. Kolunu keser “yanlış yaptım” demez. Canı yanar “canım yandı” demez. Cesaretini kaybetmemesi gerekir; çünkü hayatla mücadele etmek; kendi yolunu çizmek aslında bayağı bir cesaret işidir.  Hatalar kaçınılmaz olsa da hataları kabullenmek sanki geri adım atmak; iradesinden vaz geçmek ya da hazır olmadığını itiraf etmek gibi korkular yaratır. Bu yüzden delikanlı ergen, pişmanım demez!  Hele de ailesinin karşı çıkmalarına rağmen kendi yaptığı bir seçimden dolayı acı çekiyorsa pişmanlığını itiraf etmek genç bir insan için kendi yeni keşfettiği iradesinden vaz geçmek anlamı taşıyacaktır. Geri dönemez.

Oysa pişmanlık da bir gelişmedir…  Attığınız adımdan pişmansanız yolun gerisini yürümeye çalışmanın anlamı yoktur. Dönebiliyorsanız dönmelisiniz. Düzeltebiliyorsanız düzeltmelisiniz. Üzüldüyseniz bir daha yapmamalısınız. Üzdüyseniz kırdıysanız özür dilemelisiniz.  Hem ağlayıp hem gitmemeli;  kan kusup kızılcık şerbeti içtim dememelisiniz. Şarkıda söylendiği gibi “yapmam gerekeni yaptım, sonuna kadar da gittim” dememelisiniz. Hele de eğer yanlış girilmiş bir yolu değiştirme şansı varsa pişmanım diyebilmek belki de sürekli kendini doğrulamak için akıl yürütme çabasına girmekten daha geliştirici ve dürüstçe olabilir.