Rekabet, varoluş sürecimizi belirleyen en önemli mekanizmadır. Her hücre, bitki, hayvan, insan yeryüzündeki varoluşunu bu süreçteki başarısıyla kazanmıştır. Rekabet türler arasında olduğu gibi türdaşlar arasında da süregider. Aynı türün üyeleri birbirlerinin en şiddetli rekabetçileri ve aynı zamanda en güçlü müttefikleridir.  Türdaşlar arasındaki bu işbirliği ve rekabet dengesi sosyal grup davranışının çekirdeğini oluşturur. Aynı türün/grubun üyeleri eş bulma ve besin bulma gibi bireysel gereksinimleri için birbiri ile rekabet ederken; düşmanlardan korunma, yavruların bakımı ve korunması için birbirleri ile işbirliği yaparlar. İnsanların davranışsal repertuvarını belirlemede bu kadar önemli olan bir mekanizmayı biyo-psiko-sosyal bir bütün olarak ele almak gerekir. Biyolojik kökenlerin anlaşılması ile psikolojik ve sosyal süreçlerin hangi gereksinimlere hizmet ettiğinin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Hayvan çalışmaları bu açıdan önemlidir çünkü özellikle rekabet söz konusu olduğunda hayvanlar ve insanlar arasında şaşırtıcı benzerlikler olduğunu göstermektedir.

Hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da sosyal davranışları anlamak rekabet ve işbirliği dengesini anlamakla mümkündür. Gruplar halinde yaşayan bütün türlerde rekabet sonucu bireyler grup içinde bir statüye kavuşurlar. Bireyin grup içindeki sosyal statüsünü belirleyen işaretler tüm türlerde vardır ve bu işaretler rekabet sonucu elde edilen sosyal statünün göstergesidir.  Hayvanlarla yapılan çalışmalar bireyin grup içindeki sosyal statü algısının beyin yapısı ve gen ekspresyonunu değiştirdiğini göstermiştir. Bu konuda yapılan ilginç bir araştırmada  gruplar halinde yaşayan  ve kendi kaynaklarını korumaya yönelik bir sosyal sistemi olan bir bir balık türünün (Astatotilapia burtoni) rekabet davranıları incelenmiştir. Bu türde erkek balığın sosyal statüsünün dışardan görülmesini sağlayan parlak bir rengi ve siyah bir çizgisi vardır. Dominant erkek üreme yetisine sahip, parlak renkli, belirgin çizgili, besin alanını koruma açısından saldırgan ve dişilere yönelik aktif kur yapma davranışı gösteren bir tiptir. Buna karşılık dominant olmayan erkeklerin soluk renkli ve üreme yetisi olmayan bir tür oldukları görülmüştür. Ancak ilginç olan bulgu; sosyal statüsü yükseldiğinde dominant olmayan erkeğin tipinin dakikalar içinde değişmesi, renginin parlaklığı ve vücuttaki siyah çizginin ortaya çıkmasının yanı sıra günler içinde beyinde meydana gelen değişimlerle davranışsal repertuvarının tamamen değişmesi, beyindeki büyüme hormonu salgısının artışı ve üreme davranışının ortaya çıkmasıdır. Dominant bir erkek kendinden daha iri erkeklerin bulunduğu bir ortama taşındığında ise bu değişiklikler hızla geri dönmekte ve üreme yetisi kaybolmaktadır. Dominant erkeklerde erkeklik hormonu (testesteron) yüksek ve stres hormonu (kortizol) düşük iken, dominant olmayanlarda tam tersi ortaya çıkmaktadır.  Dominant olmayan erkekler, dominant erkeklerin olduğu ortamda gizlenmekte; saldırganlık ve güç gösterisi ifade eden dış görünümlerini değiştirip soluklaştırarak dominant erkeği tehdit olmadıklarına inandırmakta ancak onun görmediği durumlarda çiftleşme davranışlarını sürdürmektedirler. Dominant erkeğin ortamda bulunmadığı durumlarda kendi aralarında yükselme savaşı veren dominant olmayan erkekler, dominant erkeğin varlığında dikkatli olmakta ve bu davranışları göstermemektedir. Dominantlar arasındaki savaşın izleyiciler olduğunda farklılık gösterdiği de gösterilmiştir. Kendinden daha iri erkekler izlediği durumlarda saldırgan davranışları azaltan erkekler doğurgan dişiler izlediğinde saldırgan davranışlarını arttırmaktadırlar. Üreme çağında olan dişilerin dominant ve saldırgan erkekleri tercih ettiği de bu balıklarla yapılan çalışmada gösterilen bir başka bulgudur. (1)

Bu ve benzeri bir çok çalışma cinsiyet hormonlarının ve özellikle testesteronun bireyin üreme yetisi kazandığı ergenlik döneminde beyni, kendi hakimiyet alanını işaretleme, saldırganlık, sosyal etkileşim, kur yapma davranışı gibi bir çok davranışsal alanda etkilediğini göstermiştir. Bir anlamda sosyal farkındalığın gelişimi ve sosyal becerilerin artışı testesteron tarafından düzenlenmektedir. Sosyal uyaranların yorumlanması, algılanan uyarana yaklaşma ya da uzaklaşma tepkisini tetikleyecek ve sonuç olarak belli bir sosyal ortamda ne tür davranış biçimi seçileceğini etkileyecektir. Bu sosyal uyumun ne kadar hızlı öğrenildiği sosyal yetkinliğin bir göstergesidir. Sosyal yetkinlik arttıkça bireyin kendi akranları ile etkileşme ve bağımsız birey olma becerileri artar, grup içi statüsü yükselir. Testesteronun sosyal deneyimler çerçevesinde davranışsal düzenlemeler yapma becerisini organize ettiğini gösteren başka hayvanlarla yapılmış çalışmalar da bu bulguları desteklemektedir (2). Bilişsel gelişimi daha ileri düzeyde olan rhesus maymunlarında ise yalnızca kendinden yüksek sosyal statü düzeyinde bir erkeğin fotoğrafına bakmak bile kaçınma davranışına neden olabilmektedir. (3)

Gruplar halinde yaşayan çoğu kuş ve memelide benzer biçimde dominant bireylere göre alt grupta kalan bireylerin üreme hızlarının düştüğü ve bazılarında tümüyle baskılandığı bilinmektedir. Sosyal statünün belirsizliği ya da tehdit altında olmasının stres hormonu artışına neden olduğu düşünülmektedir.  Çünkü stres tanım gereği kontrol edilemeyen durumlarda ortaya çıkan bir fizyolojik tepkidir . (4) Bu araştırmalardan rekabet sürdüğü sürece stresin yüksek düzeyde yaşanmaya devam ettiği sonucunu çıkarabiliriz.

Dişilerde ise üreme başarısı yalnızca eş bulmaya değil aynı zamanda fizyolojk olarak hamilelik ve yavrunun bakımını sürdürmeye hazır olmaya bağlıdır. Bu yüzden de estradiol gibi dişilik hormonları  beyni eş aramaya ek olarak, besin arama, besin koruma ve annelik davranışlarını da sürdürmeye yönelik organize eder. (3) Sonuçta ergenlikte ortaya çıkan organizasyonun nihai hedefi, üremeyi ve genlerini aktarmayı başaracak bir bağımsız erişkine dönüşmek ise erkekler ve kadınlar arasında farklı hedefler olması doğaldır. Kadınlar için üreme başarısı hamileliği ve sonraki yavru bakımını sürdürecek enerji kaynağına sahip olmak,  erkekler için ise olası eşleri kapabilecek diğer erkekleri elimine etmek, bunun için de kendi alanını korumaktır. İnsan dışındaki primatlarla yapılan çalışmalar dişilerin genellikle gruplar oluşturduklarını ve grup içi rekabetin besin kaynaklarının kısıtlı olduğu durumlarda ortaya çıktığını göstermektedir.  (5)  Besin kaynaklarının kısıtlı olmadığı durumlarda işbirliği ön plana çıkmaktadır. Bazı gruplarda erkekler üreme başarısını arttırmak için yenidoğanları öldürmeye kadar varan grup içi agresyon gösterirken dişiler arasında yavrunun yaşamını sürdürmesine yönelik rekabet daha belirgin ortaya çıkmaktadır. Enerji kaynakları kısıtlı olduğunda dişiler arası rekabet daha belirgin hale gelmektedir. Bazı hayvan gruplarının ise bir tür rol dağılımı yaparak rekabetin yarattığı stresi azalttığı bilinmektedir.

Biyolojik kökenleri bu kadar güçlü olan bir mekanizmanın insanların sosyal davranışlarını şekillendirmekte de önemli bir rol oynayacağı çok açıktır. İnsan türünün farklılaşma sürecinde bilişsel yapıların gelişimi, anlamlandırma süreçlerini değiştirmiştir. Bu nedenle primatlarda üreme, barınma, yiyecek bulma konularında üstünlük sağlama amaçlı yaşanan grup içi rekabet insanda değişiklik gösterir. Çünkü insan gruplarında sosyal statü sahibi olma tanımı çok farklı biçimlerde anlamlandırılabilir. İnsanlar grup içi rol paylaşımını düzenleyerek ya da gruplardaki “biz” duygusunu güçlendirerek grup içi rekabeti dengelemeyi öğrenirler. Bu öğrenme sürecinin en belirgin yaşandığı dönem ergenliktir. İnsanlarda da ergenlik, beynin hormonlar tarafından yeniden şekillendirildiği bir dönemdir.  Ergenlikte hormonal etkiler beyni bireyin içinde yaşadığı toplumda uyumunu, kabul görmesini, üreme başarısını arttırmasını sağlamaya yönelik olarak etkiler. Sosyal biliş bir yandan ergenin içinde yaşadığı toplumdan gelen veriler, bir yandan da hormonal etkilerle ortaya çıkan değişiklikler parantezinde gelişir. Bu yüzden ergen grupları, grup içi rekabetin en belirgin yaşandığı gruplardır. Özellikle erkeklerin bu dönemde ortak ilgi alanlarını paylaşan bireylerden oluşan gruplar içinde arkadaşlık ilişkilerini sürdürdükleri bilinir. Bu gruplarda gençler bir yandan birlikte hareket eder, bir yandan da liderlik mücadelesi verirler. Başka gruplara karşı birleşir, birbirlerini korur ancak kendi aralarında sıkça çatışırlar. Bu mücadelenin yarattığı strese dayanamayıp gruptan ayrılanlar yeni bir grup içine giremediklerinde sıklıkla psikolojik sorunlar yaşanır. Arkadaşlık ilişkilerinin çok önem kazandığı ergenlik dönemi aynı zamanda rekabet ve işbirliği dengesinin öğrenildiği, grup içi rollerin belirlendiği dönemdir. Rekabette kullanılacak yöntem ise kültür tarafından belirlenir. Çünkü her ne kadar diğer türlerle ortak biyolojik temelleri paylaşsa bile insanların zeka ve öğrenme becerisi ve doğada varlığını sürdürmek için grup içinde kalmaya muhtaç olması nedeniyle oluşturdukları toplumsal yapılar rekabetin de kurallarını belirlemiştir. Rekabetin yöntemi ve amacı ne olursa olsun bu süreçlerde stres hormonları ve üreme hormonları rol oynamaktadır. Örneğin, hayvan gruplarında rekabetin bir parçası olan şiddet insanların oluşturduğu sosyal gruplarda genelde kabul görmez. Yine de şiddet kullanımı eğer sosyal grup içinde yükselmeyi sağlıyor ise testesteron bu yükseliş ile paralel artmaktadır. Özellikle ergenlerle yapılan çalışmalar şiddete değer verilen toplumlarda saldırganlık kullanarak grup içinde dominant olan gençlerde testesteron yüksekliği, dominansı kaybetme durumunda ise stres hormonu yüksekliği saptamışlar ancak bu bulgunun şiddetin kabul görmediği kültürlerden gelenler için geçerli olmadığını bulmuşlardır (6). Bu da bize kültürün biyolojik süreçleri belirlemekte önemli bir rolü olduğunu düşündürmektedir. İş birliği yerine rekabeti ön plana çıkaran gruplar içinde gelişen ergenlerin stres düzeyinin aşırı yüksek olacağını aklımızda tutmamız gerekir. Ergenlerde giderek daha sık karşımıza çıkan okul reddi, bağımlılık, yeme bozuklukları, intihar, şiddet gibi sorunların kökeninde toplumumuzun rekabet-işbirliği dengesinin rekabet yönünde bozulmuş olması rol oynuyor olabilir.  Ergenlerin bir çoğunun şu anda yaşadığı en büyük korkunun kendisine “ezik” denmesi korkusu olması, akran grubunda sosyal statü kaybetmenin onlar için nasıl bir kabus olabildiğini göstergesidir.

Rekabet konusunda hayvan çalışmalarından örnekler vermemin nedeni rekabetin bir ne kadar güçlü bir “içgüdüsel dürtü” olduğunu anlatmak içindir.   Bu dürtü tüm hayvan türlerinde olduğu gibi insanlarda da gelişimsel süreci önemli ölçüde etkiler. Ancak bireyler Freud’un iddia ettiği gibi babalarıyla değil akranlarıyla rekabet ederler! Üstelik de bunu yaparken hayvanlardan pek de farklı davranışlar sergilemezler. Balıklar gibi dış görünüşü sosyal statü sembolleri ile bezemek; kediler gibi kendi kontrol alanını belirlemek; sosyal gruplar içinde liderlik mücadelesi yapmak ve üstünlük sağlamak amacıyla şiddet kullanmak; hasımlarını yok etmeye çalışmak insanoğluna hiç de yabancı davranışlar değildir. Sosyal statü belirsizliğinin yarattığı stres ve buna bağlı ortaya çıkan fiziksel ve ruhsal hastalıklar çok iyi bilinir. Bütün bunlara rağmen insan diğer dürtülerini ehlileştirdiği gibi rekabet dürtüsünü ehlileştirememiştir. Hatta rekabeti, bireyselliği, para ve güç sahibi olmayı yücelten bir kültürel yapı oluşturmuştur. Eğitim sistemimiz çocuklara küçük yaştan itibaren bireysel rekabeti öğretir. Oysa eğitimde bireysel rekabete dayanan sistemlerin değil ortak çalışmaya dayanan sistemlerin daha başarılı olduğu söylenmektedir. Birlikte proje yapmayı, paylaşmayı, başarının gruba ait olmasını; yani işbirliğini öğretmeye dayanan eğitim gruplarında öğrencilerin birbirlerine karşı daha destekleyici, kabullenici, başkasının görüş açısını anlayabilen, akranlarına karşı olumlu duygular besleyen bireylere dönüştükleri gösterilmiştir. Bu sistemde çatışma, kaygı ve yetersizlik duyguları daha az yaşanmaktadır (7).  Sonuç olarak en vahşi hayvan olan insan, kendini ve dünyayı yok etmeden bu duygusunu ehlileştirmek ve bireyselliğin yerini alacak yeni değer sistemlerini kurmak için çaba göstermeye başlamak zorundadır. Çocuklarımızın eğitimi bu açıdan iyi bir başlangıç noktası olabilir.

KAYNAKLAR

  1. Fernald RD (2015) Social Behavior: Can it change the brain?  Animal Behavior, 103; 259-65.
  2. Sisk CL (2016) Hormone-dependent adolescent organization of socio-sexual behaviors in mammals. Current Opinion in Neurobiology. 38: 63-68.
  3. Deaner RO, Khera AV, Platt ML (2005) Monkeys pay per view: Adaptive valuation of social images by rhesus macaques. Curr Biol 15(6):543–548.
  4. Creel S ( 2001) Social Dominance and Stress Hormones. Trends in Ecology and Evolution,    16(9):   491-97
  5. Isbell LA (1991) Contest and scramble competition:patterns of female aggression and

ranging behavior among primates. Behavioral Ecology;2:143-155.

  1. Ramirez JM (2003)Hormones and aggression in childhood and adolescence

Aggression and Violent Behavior, 8: 621–644

  1. Forsyth DR (1990) Group Dynamics. Brooks/Cole Publishin. S: 354-55.