Utanç, en insanoğluna özgü, en karmaşık duygudur belki de.. Ancak utanç duygusunun başlangıcı hiç de insana özgü ve karmaşık değildir. Üzerine dikilmiş bir çift yabancı gözden duyulan ürküntü, tüm hayvanlarda görülürken, insanda toplumsallaşma süreci içinde bu duygu sembolik anlamlar kazanmış ve karmaşıklaşmıştır.

Utanma en saf haliyle altı ay bir yaş arasındaki bebeğin, annesinin kucağında iken;  yanına yaklaşan bir yabancıya karşı verdiği; “yüzünü annenin göğsüne gömme” tepkisidir. Bebekler, dört altı ay civarında, bellek işlevleri yeteri kadar geliştiğinde, yabancı olan ve olmayanı ayırt edebilir duruma gelirler. Bu dönem bebeğin “bağlanma dönemi” olarak bilinir. Bu dönemde yanına yaklaşan bir yabancı bebeği huzursuz eder; çünkü yabancı,  hem anneden ya da güvenli kişiden ayrılma, hem de zarar görme korkusu yaşatır. Evrim süreci içinde insanoğlu kendisine bakan bir çift yabancı gözden uzak kalabildiği;  böyle durumlarda kaçabildiği ve saklanabildiği ölçüde hayatta kalmayı başarmıştır. Bu yüzden bu yabancı korkusu evrimsel olarak yerleşmiş içgüdüsel davranışlardan birisidir.  Bebekte gördüğümüz davranış biçimi işte  bu tepkinin en saf halidir! İnsanın tehlike karşısındaki bu tepkisi “savaş ya da kaç” tepkisi olarak adlandırılır.  Aslında daha doğrusu  bu tepkiyi “savaş ya da kaç ve saklan” tepkisi olarak adlandırmaktır. Utanç duygusunun kökenleri bu “tehlike algısı karşısındaki saklanma” davranışında yatar. Utancın saklanma, gizlenme ile ilişkili bir duygu olduğu dildeki kullanımından da bellidir. İnsan utanınca yerin dibine girmek ister.  İngilizcedeki utanç anlamına gelen “shame” sözcüğünün anlamının örtmek, gizlenmek kökünden türemiş olması da utanç ve saklanma gereksinimi bağlantısını destekler. İnsanoğlu yabancı gözlerin zarar vereceğinden hep korkar, nazardan korunmak için önlemler alır. Utanç insana başka gözlerden saklanması gerektiği sinyalleri veren duygudur.

Annesinin kucağındaki bebeğe tekrar dönersek, çoğu bebek bir süre sonra kendilerini güvende hissedip yaklaşan yabancıyı incelemek için göz ilişkisi kurarken bir kısmında huzursuzluk hali, korku ve saklanma tepkisi devam eder. Bebek huzursuzluğu tüm vücuduyla hisseder, kasları kasılmış, kalp hızı artmıştır, yabancı uzaklaşmadan yatıştırılamaz. Bağlanma döneminde normal olarak görülen bu “yabancılardan huzursuzluk duyma” halinin şiddeti ve süresi değişkendir. Çocuk büyüdükçe genelde giderek azalır, kaybolur. Bazı çocuklarda ise aynı huzursuzluk yaşam boyu sürer. Bu grup çocuğun tehlike durumlarında daha kolay harekete geçen bir fizyolojik sinyal sistemi olduğu ve bu tür bir sinyal sistemi olan kişilerin yaşam boyu daha kaygılı, tehlike algısı daha yüksek insanlar olarak devam ettiklerini araştırmalar göstermektedir. Bu grupta, her tür kaygı bozukluğuna daha sık raslandığı gibi; sosyal kaygı bozukluğuna da daha sık raslanmaktadır.  Bebeğin yaşadığı huzursuzluk, “savaş ya da kaç (veya saklan)” tepkisi; fizyolojik belirtilerle ortaya çıkan bir huzursuzluk, adı daha sonra konacak olarak bir grup duygunun bir bileşeni gibidir. Bu duyguların adı ve nesnesi çocuğun dil gelişimi sürecinde belirlenecektir. “Savaş ya da kaç” tepkisi insanoğlunu başka hayvanlar veya yabancılardan fiziksel zarar görmekten koruyan bir tepkidir. Bu yüzden insan tehlike çanları çalmaya başladığı zaman, tüm bedeniyle tepki gösterir. Halbuki günümüz toplumunda yaşayan insan için onu bekleyen tehlikeler artık şekil değiştirmiştir. Toplumsallaşan insanı daha çok korkutan, bedenine değil ruhuna gelecek darbelerdir ve ilkel insandan kalma fizyolojik mekanizmalar bu darbeleri göğüslemekte çoğunlukla insanın işini zorlaştırır. İnsan artık benlik saygısının zedelenmesinden, aşağılanmaktan, dışlanmaktan, yalnızlıktan, zayıflıklarının ortaya çıkmasından korkmaktadır ve bu eski sinyal sistemi insanoğlunu bu darbelerin hiçbirinden koruyamamaktadır…

Savaşması ya da kaçması mümkün olmayan insanın elinde kalan tek çözüm saklanmaktır. Aile; çocuğuna ruhunun yara almaması için nasıl saklanacağını neleri saklayacağını öğretmeye başlar. Başka gözlerden gizlenmesi gereken şeyler nelerdir? Başka gözler ne zaman onun için tehlikelidir? Ne yaparsa, nasıl olursa, nasıl görünürse toplumda eleştirilecek, aşağılanacak, dışlanacaktır? Bu soruların yanıtları her toplum için, her kültür için hatta her anne baba için farklıdır. Kontrol edilmesi, saklanması, gizlenmesi gereken özellikler arttıkça çocuğun hareket alanı daralır. Aile, içinde yaşadığı kültürün normlarını, beklentilerini, değer yargılarını çocuğa taşırken bir süzgeç gibi davranır. Bazı ailelerde toplumsal kaygılar daha fazladır ve çocuğun uygun davranışlarının neler olacağı konusunda ebeveynler başkalarının görüşüne aşırı değer verirler. Çocuğu toplum içinde küçük düşme konusunda aşırı hassaslaştırırlar, utandırma, ayıplama ve aşağılama disiplin anlayışlarının bir parçasıdır. Ebeveyn, çocuğa toplumda kabul görmesi için neleri gizlemesi, kontrol etmesi gerektiğini öğretirken, kendi özellikleri mutlaka işin içine girecektir. Genellikle “tehlike sinyali eşiği düşük” çocukların “tehlike sinyali eşiği düşük” ebeveynleri ve onların çocuklarıyla ilgili aşırı kaygıları vardır. Utanmaya yatkın kişilikler böylece gelişir.

Dil gelişimi sürecinin tamamlanması ile birlikte dış dünyanın sembolleri çocuğun iç dünyasına yerleşir. Çocuk, ebeveynin değer yargılarını içselleştirdikten sonra artık kendisine bakan bir çift yabancı göz hep oradadır. İçinde yaşadığı toplumda başarılı, saygın, değerli bir birey olmak için neleri yapıp neleri yapamayacağını ya da hangi özelliklerini gizleyeceğini içindeki gözler sürekli izler, eleştirir, uyarır. Bu sesin sahibi, ulaşması gerektiğini hissettiği ideal benliğidir. İdeal benliğe göre o, ideal kişi olmalıdır. İdeal benlik eksiklik ve yanlışlık kabul etmez, yaptıkları mükemmel değilse affetmez, değer vermez.  İdeal benliğin beklentileri ne kadar idealse o kadar kırılgandır ve onu utandırmamak için ulaşılması gereken hedefler o kadar yüksektedir. Utanç, insanın yaptığı şeyin yanlış olduğunu söyleyen, yargılayan, ideal benliği tatmin edemeyeceği kaygısı ile engelleyen bir iç sese dönüşür. Genellikle bu eleştiren iç ses, çocuklukta ebeveynlerin, öğretmenlerin hata yaptığımızda bize yönelik eleştiri ve yargılamalarını tekrarlar.  Tehlike algısı güçlü ve kolay huzursuzlanan, dikkati tehlikelere yönelik yaşayan çocuk için artık kaçış yoktur. Bebeklikte yalnızca fizyolojik bir tepki ve bununla bağlantılı bir huzursuzluk olan utanç,  artık bilişsel bir özellik kazanmıştır. Ne zaman, nelerden utanılacağının, nelerin başkalarından gizlenmesi gerektiğinin;  bazı çocuklar için uzun, bazı çocuklar için kısa bir listesi oluşmuştur.  Bu listede herşey olabilir. Genellikle toplumun insanın davranışlarını, dürtülerini, duygularını kontrol etmesi ve böylece uyum yapması için beklediği koşullara uyulmadığında;  yaşanması öğretilen duygudur utanç.  İnsan topluluklarının sosyalleşmeyi; toplum normlarına uymayı zorlamakta kullandığı mekanizmadır.  Başarı beklentisi olan toplumda başarısızlık, çalışkanlık beklentisi olanda tembellik, terbiye beklentisi olanda terbiyesizlik, iffet beklentisi olan toplumda cinsellik utanç kaynağıdır. Bazı kültürlerde duygularını belli etme, zayıflığını belli etme utanç vericidir.  Toplumun kız ve erkek cinsel rol kalıplarının farklı olması cinsiyetler arasında da utanç duyulacak listede farklılıklar olmasına neden olur. Ürkeklik, çekingenlik gibi özellikler  erkek cinsel rolüne uygun bulunmadıklarından utandırıcıdır. Erkekler için utangaçlık utandırıcı bir özellik iken kızlar için duygusallık hoş görülen bir durumdur. Bu nedenle kızların erkekler kadar duygularından utanması ve gizlemesi gerekmez. Hatta tam tersine, bazı inanç sistemleri kızlara utanmayı ve saklanmayı, utancından gurur duymayı öğretir.

Utançla ilgili dört beş yaşlarında oluşmaya başlayan bu bilişsel yapılanma ergenlikte zirveye ulaşır. Ergenlik, değer yargılarının yeniden düzenlendiği, ben kimim sorusuna cevap arandığı dönemdir. Ergenin dikkati o kadar kendi üstünde toplanmıştır ki herkesin aynı biçimde kendisini izlediği duygusu içindedir. Tüm gözler sanki onun üstündedir. Bunlar “hayali seyirciler”dir. Ergenlerin bir bölümü bu yüzden nereye saklanacaklarını bilemez hale gelirler. Sürekli onları izleyen, eleştiren, aşağılayan gözler vardır sanki çevrelerinde… Bu gözlerden kurtulmanın tek yolu odalarına kapanmak, herkesten uzak durmaktır.. Ergenlik dönemindeki utanç, çocukluktaki bedensel huzursuzluk ve tutukluktan farklıdır. Bunaltı, aşırı kendinin farkındalık ve kendiyle uğraşma biçimini almıştır. Sosyal etkileşimler veya yeni insanlarla karşılaşma durumunda aşırı gerginlik, endişeli olma kendini tuhaf hissetme hali pek çok ergenin ortak yaşantısıdır. Hayali seyircilerin varlığı bazı ergenlerde “gösteri zamanı” duygusu yaratırken, bir çoğu için saklanmak daha güvenlidir.  Oysa ergenin temel gelişimsel görevlerinden birisi sosyalleşmektir. Akran ilişkileri ve karşı cinsle ilişkiler kurulması bu dönemin diğer zorunluluklarıdır. Öte yandan toplum içindeki statüye ilişkin bir duyarlılık gelişmiştir ve statü kaybı belki de en çok ergen insan için korkutucudur. Ergen başkalarına nasıl göründüğü ile, akran grubu içindeki yeri ve popülerliği ile çok ilgilidir. Sosyal bilinç gelişmiştir. Toplumsal benlik önem kazanır ve hata yapmak ya da hatalı görünmekten daha da çok korkmaya başlar. Akran grubunun normlarının dışına çıkmaktan utanır. Gururu onun için herşeyden önemlidir. Evden para çalmakla suçlanmaktan değil para istemekten utanabilir, ya da “yabani” diye etiketlenmeyi göze alıp telefonlara yanıt veremeyebilir, çünkü değişen sesinden utanmaktadır.  Duygularının ya da zayıflıklarının başkaları tarafından farkedilmesi korkusu ergenlikte kabusa dönüşür. Bu utanma duygusunun en zor tarafı da “utanmaktan utanma” kısmıdır. Utandığının farkedilmesi ergen için “kendine güvenmediğinin”, “yeterince soğukkanlı olmadığının” ya da “zayıflığının”, “korkusunun”, “başkalarını önemsediğinin” belirtisi olarak algılandığında; utanmak utanılacak bir duygu haline gelir ve saklama çabaları utancın ve korkunun giderek artmasına, saklanma çabasının uç noktalara varmasına neden olur. Eğer bu korku uç noktalara varmış ise ergen, tüm sosyal ortamlardan, hayal ettiği tehlikelerden kendini tümden gizleyerek uzak kalmaya çalışır. Sosyal fobi çoğunlukla bu yaşlarda başlar ve utançla başetme çabaları korkuyu ve utancı kaçınılmaz bir sarmala dönüştürür.

Hastalık düzeyinde olmasa da utanç, her insanın çok iyi tanıdığı ve başetmekte en çok zorlandığı duygudur. İnsan utandığını başkalarının bilmesini istemediği gibi kendine itiraf etmekten de korkar. Utanmak benlik saygısını düşürür, benlik saygısı düşükken insan utanacak daha çok şey bulur. Utancı değersizlik, sevilmemek, saygı duyulmamak ya da insan topluluklarından atılmakla eşleştiririz ve utanmaktan, kendimizin ya da başkalarının gözünde utanacak duruma düşmekten yaşam boyu korkarız, korktukça, korkumuzdan da utanırız, sonuçta bu böyle sarmal biçimini alır; uzar gider…..