Bilirsiniz çocuklar belli bir yaşa geldiklerinde zihin teorisi geliştirirler ve başkalarının zihninde ne olduğunu tahmin edebilir hale gelirler. Sonra da başkasının zihnini değiştirebileceklerini fark ederler. İşte bu noktada kandırma becerisi gelişir. Büyükler kaşlarını çatıp “yalan söyleme” deseler bile çocuklar için iki buçuk üç yaşında gelişmeye başlayan bu işlev kendi yeni gelişen becerilerinin denemesidir. Başkalarını kandırabilmek başlangıçta bir oyundur.  Sonra da kendilerini korumak, cezadan kurtulmak için kullandıkları bir araca dönüşür. Çıkar sağlamak için başkalarını kandırmak ise daha sonraları, uzun dönemli plan yapma becerisi ile birlikte gelişir.

Büyükler çocukları yalan söylemekten vazgeçirmek isterler. Çünkü insan ilişkilerinde güvenin önemli olduğunu bilirler.  Çocuğu yalancı olursa kimse ona güvenmez diye düşünürler, çocuk zarar görür, toplumumuz zarar görür diye düşünürler. Beş yaşındaki çocuğu karşılarına alıp “bak çocuğum yalan söylersen insanlar sana güvenmez, kimse kimseye güvenmezse bir insan topluluğu bir arada yaşayamaz” dediklerinde çocuk bunu genellikle anlamayacaktır. İşte bu yüzden bir Yalancı Çoban Şarkısı ile çocuklara yalan söylemenin tehlikeleri anlatılmak istenir.

Bu çocuk şarkısını hepimiz biliriz. Hepimiz “bir küçük çoban varmış, yalancılık yaparmış; yaalancı yaalancı sana kimse inanmaz” diye başlayan şarkı ile büyümüşüzdür. Şarkının sonunda ne olur?  Çoban kurt var diye bağırır ama o kadar çok bağırıp köylüyü kandırmıştır ki köylü artık inanmaz; gerçek kurt gelince de çobanı kurtarmaya koşmaz. Çoban da böylece ders alır; şarkıyı dinleyen çocuk da başkalarının güvenini yitirmenin kötü bir şey olduğunu böylece öğrenir.

Peki bu şarkı gerçek bir olaydan mı alınmıştır dersiniz? Ya da olayın gerçeği acaba nasıl olmuştur?

İşte ben bunu araştırdım ve öykünün gerçekte hiç de şarkıdaki gibi olmadığını öğrendim. Şimdi size gerçek öyküyü anlatacağım:

Bir köyde bir çoban varmış gerçekten; ama küçük falan değilmiş birincisi… Sonra bir de öyküdeki çoban gibi bu işi eğlence olsun diye yapmıyormuş. Belli bir amacı varmış. O yüzden de şarkıdaki “köylü kızmış söylenmiş, çoban gülmüş eğlenmiş” bölümü doğru değilmiş. Tam tersine çoban yalan söylediğini hiç belli etmemeye çalışıyormuş. Tutarlı bir şekilde yalan söylemeye devam edebiliyormuş.  Çoban her gün koyunları otlatmaya yaylaya götürüyormuş, sonra da “kurt var!” diye bağırıyormuş. Köylüler koşa koşa geldiklerinde her seferinde çobanı kan ter içinde ağlarken buluyorlarmış. “Yeminle söylüyorum, kapkara, kocaman, kırmızı gözlü bir kurt vardı” diyormuş. “Koyunların ikisini aldı gitti bana çok saldırdı ama bakın geri kalan koyunları kurtardım.” Köylüler ne yapsınlar. Çobanın bu haline acıyorlarmış. Onların koyunlarını korumak, tehlikeli kurtla kavga etmeyi göze alan gariban çoban…  Koyunlarını yine aynı çobana emanet edip köylerine geri dönüyorlarmış. Sonra çoban birkaç gün sonra tekrar “kurt var” diye bağırınca yine koşup geliyorlarmış. Bakıyorlarmış ki çoban yine yerlerde debeleniyor, yara bere içinde; “kurt çok büyüktü” diye anlatıyor, ne yapsınlar “senin canın sağ olsun, kalanlara iyi bak” deyip gidiyorlarmış. Sonra bir seferinde on koyun birden kaybolunca ve çoban yine ağlayarak “kurtlar üç tane olmuştu” diye anlatınca köylüler “ne yapsak da koyunlarımızı kurtlardan kurtarsak?” diye konuşmaya başlamışlar. Çoban hemen koşmuş gelmiş yanlarına ve demiş ki: “ elimde bir tüfek falan olsaydı kurtları birer birer vururdum ama elimdeki değnekle ne yapabilirdim ki?” Köylüler düşünmüşler taşınmışlar, çobanın eline köyün ağasının eski bir çiftesini vermişler. Çoban almış çifteyi ve koyunları çıkmış yaylaya… İki gün geçmiş geçmemiş silah sesleri duyulmuş. Çobanın “kurt var” diye haykırışıyla köylüler yine koşturup gitmişler yaylaya çıkmışlar, nefes nefese kalmışlar. Bakmışlar sürünün yarısı orada, gerisi yok! “Yahu demişler, sana silah da verdik, yine de kaptırmışsın sürünün yarısını!” Çoban  kısık sesiyle “ siz buna şükredin demiş, kurtlar o kadar çoğalmıştı ki, canımı zor kurtardım. Az kalsın beni yiyeceklerdi, inanmazsanız kolumdaki bacağımdaki yaralara bakın!” Köylüler yine inanmışlar çobana;  yaralarını sarmışlar, yiyecek vermişler. Koyunları kurtulan köylüler çobanı yere göğe koyamamışlar. Çoban koyunları alıp dağa çıkarken her seferinde “benim için dua etmeyi unutmayın, sizin koyunlarınızı korumak için canımı tehlikeye atıyorum” dermiş. Köylüler de her gün çobanları için dua edermiş. Çoban dua etmeyenlere “siz dua etmediniz, o yüzden kurtlar sizin koyunlara saldırdı” diye kızarmış. Köylülerin bazıları buna inanırmış. Onlar da dua etmeyenlere kızarmış. Gel zaman git zaman koyunlar gün gün azalmış. Köyde kavgalar çıkmaya başlamış. Bazıları suçu çobana bulmuş;  bazıları onu korumuş. Koyunları korumak için çobanın yanına giden gençlerin bazıları onunla kalmış; bazılarını kurtlar kapmış; bazıları kaçmış; bazıları (çoban ve yanındakilerin anlatımıyla..) koyunları alıp kaçmaya çalışmış; çoban da koyunları korumak için onları vurmak zorunda kalmış.   

Sonunda köylülerin bazıları şüphelenmiş; gizli gizli çobanı gözlemeye başlamış. Bir de bakmışlar kurt falan yok!  Meğer çoban her gün birkaç koyunu alıp götürüp yandaki köyde satarmış. Paraların birazını yanındakilere verirmiş. Sonra hepsi birlikte “kurt var” diye bağırırmış. Bunu görenler gördüklerini anlatsa da köylüleri inandıramamışlar. Çoban “yalancı onlar” demiş. “Sizi kandırıp koyunlarınızı almaya çalışıyorlar!” Köylülerin çoğu ona inanmış. Kim yalancı kim değil karışmış. Doğru ne yalan ne karışmış. Herkes herkesin yalancı olduğunu söylemiş. Koyunlar azaldıkça birbirlerini suçlamışlar. Köyün etrafı kurtlarla sarılı zannedenler camdan bakmaya korkar olmuşlar. Geceleri korku içinde kurt sesi dinler olmuşlar. Çoban ise yaşlanmış; kurtların gelip kendisinden öç alacağını söylemeye başlamış. Buna kendi de inanmış, köylüler de inanmış. Köylüler kurtlardan korumak için çobana büyük bir ev yapmış. Çoban evin etrafına yüksek duvarlar ördürmüş. Kimse o duvarların ardında olup bitenleri tam olarak bilememiş. Köyün etrafı da dikenli tellerle örülmüş. Çoban artık kendisi çobanlık yapmamış ama oğullarına sırlarını öğretmiş. Çobanın yanındakiler de kendilerine büyük evler yaptırmışlar, onların da oğulları çobanlığa başlamış. Köyde her gün yeni bir hikaye çıkmış; gece karanlığında köyü gözleyen kurtların gözlerini görenler olmuş. Ateş böceklerinin ışıklarını kurt gözü zannedip paniğe kapılanlar olmuş.   Köyde kimse kimseye inanmaz olmuş. Artık çobanların “kurt var” diye bağırmasına gerek kalmamış. Herkes birbirine kurtları anlatmış. Bazıları inanmış, bazıları inanmamış. Herkes birbirine kuşku ile bakar hale gelmiş. Korkaklık, kızgınlık, güvensizlik yayılmış. Köylüler kurt var mı yok mu bir türlü anlayamaz hale gelmiş. Hayal ne gerçek ne karışmış.Köyün adı “Şaşkınköy” olmuş.

İşte bu öyküyü duyan başka köylerdekiler çocukları yalancı çoban gibi olup da köylerini karıştırmasın diye öyküyü değiştirmişler. Yalancı çobanın cezasını gördüğünü anlatan bir şarkıya dönüştürmüşler. Böylece çocuklarını kandırarak da olsa yalan söylemekten vaz geçirmişler ki toplumdaki güven kaybolup da insanlar birbirine düşman olmasın.

Yalancı çobanın gerçek hikayesi işte böyle benim anlattığım gibiymiş. Şaşkınköy’ü görenler bunu zaten bilirmiş;  ama kimseye pek anlatmazlarmış çünkü herkes yalan zannedermiş, “hadi canım” derlermiş, “kim inanır insanların bu kadar saf olabileceğine!”