İngiliz yazar William Golding’in romanı “Sineklerin Tanrısı” uygar dünyadan gelen bir grup İngiliz çocuğun ıssız bir adadaki serüvenini anlatır. Bir gençlik romanı gibi yazılmış da olsa kitap önemli bir insanlık eleştirisi içerir. Romanda cennet gibi bir adaya düşen çocukların giderek birbirlerini avlama, öldürme, adayı yakmaya doğru gelişen vahşileşme süreci anlatılırken aslında insanoğlunun içinde var olan şiddetin kökenleri sorgulanır.

William Golding’in, 1950’lerde bu kitabı yazarken vahşete giden yolda ilk adım olarak zararsız gibi görünen bir zorbalık (bullying) hadisesini seçmiş olması önemli bir göstergedir. Bu cennet adadaki ilk şiddet olayı çocuklar arasındaki şişman, astımlı, gözlüklü, fiziksel olarak diğerlerinden daha dezavantajlı ama aslında aklı ve mantığı temsil eden çocukla “domuzcuk” diye alay edilmesidir. Öyle ki, “domuzcuk” her çocuğun adını tek tek öğrenmek için uğraşırken kimse onun adını sormaz! Romanın bize verdiği ilk ders burada başlar: insanları farklılıkları, zayıflıkları, dış görünüşleri ile etiketlemeye, bu şekilde aşağılamaya başlamak şiddetin bir grupta norm haline gelmesinin ilk adımıdır! İkinci ders ise grup içinde statü kazanmak adına “domuzcuk”la dalga geçen, bir anlamda onu kurban eden kahramanın romanın sonunda diğerleri tarafından avlanmaya çalışılan kurbana dönüşmesidir. Güçlü tarafın güçsüzü ezmesinin doğal hale geldiği bir toplumda artık herkes kurban olma potansiyeli taşımaktadır!

Uzun zaman şiddet denince hep fiziksel şiddet düşünülmüştür. Şiddetin ilişkisel ve duygusal formlarının fark edilmesi ve bu konuda çalışmalar yapılması oldukça yenidir. Dilimize zorbalık diye çevrilen aslında belki toplumda daha yaygın kullanılan terimle “kabadayılık” diye de çevirebileceğimiz “bullying” kavramı şiddetin farklı bir boyutuna işaret etmektedir. Zorbalık kavramı şiddet uygulayan ve uygulanan arasında güç farklılığı olduğunda kullanılan bir kavramdır. Şiddet uygulayan içinde yaşadığı toplumun atfettiği bir özelliğe sahip olmak nedeniyle şiddet uygulanandan daha güçlü olduğunda buna “bullying” adı verilir.  Zorbalık şiddetin en alçakca biçimidir: yani güçlünün, kendini savunamayacak durumdaki zayıfı sistemli ve istemli biçimde ezmesidir.

Golding’in romanda bu süreci ergenlik dönemindeki erkek çocuklar çerçevesinde anlatması boşuna değildir. Bu dönemde bir yandan toplumda statü sahibi olmak, yaşıt grubunun bir parçası olmak çok önemli hale gelir; bir yandan da hormonal etkiler diğer dürtüler gibi saldırganlık dürtüsünü de canlandırır.  Ergenliğin en önemli ödülleri ve en önemli cezaları sosyal alandadır. Bu yüzden grup içinde aşağılanmak ya da gruptan dışlanmak en büyük korku haline gelmiştir. Böylece zorbalığın grup normu haline gelmesini sağlayan grup dinamiklerinin bireysel alt yapısı oluşur. Fiziksel açıdan güçlü olmak, güzel olmak, havalı olmak gibi değerler grupta sosyal güçlülük yani statü sahibi olmayı getirdiğine bu çocuklar çevresinde gruplar oluşur. Eğer grup liderleri konumundaki çocuklar saldırganlığa eğilimli ise artık bu gruptan korkmak gerekir çünkü saldırganlık grup normu haline gelecek ve lidere itaat etmeyen herkes cezalandırılacaktır. Cezalar sözel saldırganlık biçiminde olabilir, alay etme, aşağılama şeklinde olabilir; gruptan dışlama, hakkında dedikodu çıkarma biçiminde olabilir ya da fiziksel olarak zarar verme, tehdit etme boyutuna varabilir.

Dışardan bakınca çocuklar arasındaki bir oyun gibi görünüp önemsenmeyen bu tür durumların büyük felaketlerle sonuçlanabildiğini gerçek yaşamdan öykülerde de görürüz. Örneğin Amerika’da 1999 yılında Columbine Lisesi’nde iki öğrencinin 12 kişiyi öldürmesi ve 21 kişiyi yaralaması daha sonra da intiharı ile sonuçlanan olayla ilgili incelemeler cinayetleri işleyen iki gencin okulda sürekli zorbalığa maruz kaldığını göstermiştir. Yönetimin okuldaki sporcuların pek çok saldırgan davranışına göz yumduğu ve bu durumun okulda sporcuların diğerlerini istediği gibi ezdiği, aşağıladığı bir ortam yarattığı; şikayetlerin sonuçsuz kaldığı yönünde raporlar çıkmıştır. Bazı yazarlara göre Columbine Lisesi Kıyımı, zorbalardan ve buna göz yumanlardan öc almak için yapılmıştır. Columbine Lisesi olayının nedenleri konusunda farklı görüşler olsa da; zorbalığın, bu duruma maruz kalan gençlerde ağır ruhsal sorunlara neden olduğuna işaret eden bu açıklamayı göz ardı etmemek gerekir. Zorbalığa maruz kalan kurbanlarda benlik saygısında düşme, depresyon ve anksiyete belirtileri ve şiddete yönelik düşünceler sıklıkla bildirilmektedir. Ergenlik dönemindeki okul reddi tablolarının, intihar girişimlerinin, yeme bozukluklarının bir bölümünün altında sessizce ve çaresizce çekilen bu acı yatmaktadır.

Zorbanın gücü nereden gelir? Şu bir gerçek ki ona bu gücü veren içinde yaşadığı topluluktur. Bazen fiziksel olarak güçlü olmasından kaynaklanır; bazen topluluğun değer verdiği kimi özelliklere sahip olmasından…  Zorbaların genelde sosyal zekalarının yüksek olduğu, çevrelerindeki kişileri manipüle etme becerilerinin grubu yönlendirmede başarılı olmalarını sağladığı düşünülmektedir.

Kurbanın ise en önemli özelliği kendini savunacak durumda olmaması; kolay bir av olmasıdır. Ergenler pek çok nedenle zorbalık kurbanı olabilmektedir. Çekingen, sessiz ya da sosyal becerileri yetersiz olanların; daha yalnız çocukların; fiziksel ya da ruhsal sorunu olanların zorbalığa maruz kalma riski arttığı gibi zeka düzeyi yüksek olan, derslerinde diğerlerine göre başarılı olan çocukların da zorbalık kurbanı olma riskinin daha yüksek olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Ergenlikte fiziksel gelişim sürecinde gençler arasında farklılıklar görülmesi aynı grup içinde fiziksel açıdan erken gelişenlerle geç gelişenlerin bir arada bulunmasına yol açar. Bu durum da grubun güçler dengesini bozar ve fiziksel açıdan daha zayıf çocukların kolay hedefler haline gelmesine neden olur. Aslında zorbalık için uygun ortam oluştuğunda kurbanın özelliklerinin çok da önemi kalmamaktadır. Eğer bir grupta şiddet norm haline gelmişse, şiddetten beslenen bir grup oluşmuş ise lidere yüz vermeyen kız da kurban olabilir; ya da grup lideri bir kız ise bu kızın beğendiği çocuğun beğendiği kız da kurban olabilir.

Zorbalığa maruz kalan kişinin grubun geri kalanı tarafından nasıl algılandığı önemlidir. En zararlı yaklaşım biçimi zorbayı değil kurbanı sorgulayan yaklaşım biçimidir. Gruplarda bu tür yaklaşımlara sıklıkla raslanmakta ve bu olgu giderek kurbanın da kendisini sorgulaması; bu duruma kendisinin neden olduğunu düşünmesi ile sonuçlanmaktadır. Maruz kaldığı şiddetten kendini sorumlu tutan kurbanların yardım isteme olasılığı azalmaktadır.

            Zorbalarla ilgili yapılan çalışmalarda bu kişilerin  genellikle saldırganlık eğilimlerinin yüksek olduğu;  şefkat duygusunun az yaşandığı, şiddetin daha sık yaşandığı, ebeveyn kontrolünün yetersiz olduğu ev ortamlarında büyüdükleri; ilişkilerde güç ve statü sahibi olmanın gerekli olduğuna ve bunun için şiddetin çözüm olduğuna inandıkları görülmüştür. Şiddeti genellikle erkeklere özgü bir davranış biçimi olarak algılamak ise çok  doğru değildir. Yapılan çalışmalara göre “sözel şiddet”, “duygusal şiddet”, “ilişkisel şiddet” gibi şiddetin diğer formları da hesaba katıldığında zorbalık konusunda kızlar ve erkekler arasında pek fark yoktur. Erkeklerin uyguladıkları şiddet daha açık görünürken kızların dedikodu çıkarma, gruptan dışlama gibi daha gizli şiddet uyguladıkları görülmektedir.

Zorba ve kurbandan daha önemlisi grupta diğer rollerin nasıl dağıldığıdır. Zorbalar bazen kendileri kurbana yönelik saldırganlık gösterirler ve bunu yaparken çevreden takdir ve hayranlık beklerler; bazen de zorbalığı başlatırlar ama devamını takipçilerine bırakırlar. Müritleri zorbalığı sürdürürken kendileri kenara çekilirler. Bazen de zorbanın yakınında aslında şiddet eğilimi daha yüksek olan kışkırtıcılar olabilir. Bunlar zorbanın liderlikten elde ettiği gücü kendi saldırganlık duygularını tatmin edecek biçimde kullanabilen ama ön planda görünmeyen tipler olabilirler.  Geri kalan izleyiciler grubunun da kendi içinde bir rol dağılımı vardır. İzleyicilerin bir kısmının zorbalık başladığında aktif olarak bu davranışa katılmadığı ancak gülerek ya da diğer şekillerde zorbalığı desteklediği görülür. Bir başka grup ise yapılanlardan hoşlanmadığı halde sessizce izlemede kalır. Bu sessiz izleme de zorbalığa sessizce göz yumma anlamına gelmektedir. Zorbalığı desteklemediği halde sessizce izleyen ya da görmezden gelenlerin zorbalığın sürüp gitmesinde çok önemli bir rolü vardır.  Susarak ya da görmezden gelerek zorbalığa izin verenler genellikle zorbanın yarattığı tehdit ortamında sinen, ya da kurban durumuna düşmekten korkan bireylerden oluşur. Grupta zorbalığa karşı çıkanlar da olabilir. Bu grup çocukların kendine güveni ve dayanıklılığı yüksek çocuklar olduğu bulunmuştur. Okul gibi kapalı grup ortamlarında böyle bir duruş sergileyebilmek dışlanma riskini ortaya çıkaracağından zorbalığa karşı duran grup ne yazık ki oldukça azınlıkta kalmaktadır. Oysa zorbalıkla mücadele, zorbalara karşı çıkma cesareti gösterebilecek ya da en azından bu durumu bildirerek önlem alınmasını sağlayacak çocukların sayısının artmasından geçmektedir.

Şu anda pek çok ülkede zorbalıkla mücadele amaçlı programlar yürütülmektedir. Bu programların amacı çocuklara ve gençlere zorbalığı tanımayı ve engellemeyi ya da bildirmeyi öğretmektir. Ülkemizde de zorbalık karşıtı çalışmaların artması gereklidir. Ancak, eğer erişkinler güçlünün güçsüzü ezdiği bir dünyaya göz yummaya devam ederlerse bunu çocuklara anlatmak çok da kolay olmayacaktır. Zorbalıkla mücadelede çözüm ana babaların çocuklarına “kendini korumayı” öğretmeyi bırakıp “başkasını korumayı” öğretmesi ile başlayacaktır. Bunun için ailede de bireylerin birbirini ezmeye değil destek olmaya çabalayan ilişkiler kurması gerekir. Bunun için öğretmenlerin dersini yapmayan çocuğu tahtaya çıkarıp diğerlerine “tembel” diye tempo tutturmaması; bakanların obesite tedavisinde “şişko” diye dalga geçme yöntemini öne çıkarmaması gerekir.

Hepimizin kendi içimizdeki şiddetle, ezme eğilimi ile ezilme korkusu ile hesaplaşması gerekiyor. Kendimize grupta hangi rolde olduğumuzu sormamız gerekiyor.  Güce tapan, güçlüden korkan toplumların sonu Golding’in romanında işaret edildiği şekilde yanmış, yıkılmış bir dünyada bazen avcı bazen de av olarak yaşamaktır.