Günümüzün yaşam koşulları o kadar zorlaştı ki artık ergenler bahar gelince aşık olmak yerine sınava odaklanmak ve gelecek kaygısı ile uğraşmak zorunda kalıyorlar. İlköğretim ikinci kademede her yıl sınav konması ile birlikte bu kaygı üç hatta dört yıllık uzun bir zamana yayıldı. Bir yandan ergenliğin getirdiği fiziksel ve sosyal değişikliklerle başa çıkmaya çalışırken bir yandan da erken yaşta tüm yaşamını etkileyeceğini düşündüğü sınavlara hazırlanmaya başlamak ve tüm okul dışı zamanları dershanede tüketmek ergenleri erken yaşta uzun süren stresli bir dönemle karşı karşıya bıraktı. Her ne kadar başarı için bir miktar stres gerekli olsa bile stres düzeyinin insanın başa çıkabileceğinin ötesinde olması sakıncalı bir durum. Stresle başa çıkma becerisi de yaşla artan bir özellik ve ergenliğin daha başında başlayan;  üç yıl gibi uzun bir süreyi kapsayan kronik stresin bazen gelişimi bozucu etkileri olabiliyor. Üniversite sınavı da çoğu genç için bir stres kaynağı olmakla birlikte hem daha olgunlaşmış ve mücadele güçleri artmış olduğundan, hem de daha gerçekçi değerlendirmeler yapabildiklerinden, ya da hazırlık aşamasının daha kısa sürmesinden olsa gerek; erken dönemdeki stres kadar yıpratıcı olmayabiliyor.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki stres her zaman olumsuz bir durum değildir. Genel olarak organizmanın varlığını, bütünlüğünü ya da dengesini tehdit altında hissettiği durumlarda ortaya çıkan ve organizmanın denge durumuna dönmek için etkinleştirdiği süreçleri içeren durum “stres” olarak tanımlanabilir. Yaşam sürekli mücadeleyi gerektirdiği için insanın bir miktar stresi tolere edebilmesi de gereklidir. Stres yaratan bir durumla karşılaştığında kişinin hissettiği gerilim onun sempatik sinir sistemini uyararak stres tepkileri dediğimiz bir dizi duygu ve davranışın ortaya çıkmasına neden olur. Bu tepkiler kısa süreli streslerde kalbin hızlı çarpması, sık soluk alıp verme, midenin kasılması gibi fiziksel belirtilerin yanı sıra mücadele edilmesi gereken durumla ilgili düşünceler, değerlendirmeler, korku ve kaygılardır. Bazı durumlarda korkup geri çekiliriz, bazı durumlarda nasıl mücadele edeceğimizi planlar ve harekete geçeriz. Her ikisini de yapamayıp stres yaratan durumla uzun süre karşı karşıya kalırsak vücudumuz strese uyum yapar. Uzun süreli gerginlik, uyku bozuklukları, endişe hali ortaya çıkar. Stresin daha da uzun devam etmesi ile tükenme aşaması ortaya çıkar ve fiziksel hastalıklar, kronik yorgunluk, vücut direncinin düşmesi gibi durumlar görülebilir.

Bu çerçevede ele alacak olursak sınav stresinin iki boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Sınavın hemen öncesinde ve sınav sırasında yaşanan kısa süreli heyecan, başarısızlık korkusu ve eşlik eden fiziksel belirtiler de;   sınava hazırlanma sürecini kapsayan uzun süreli endişe, gerginlik ve kaygı da genel olarak “sınav stresi” olarak adlandırılır.  Eğer kontrol edilebilir düzeyde olursa stres başarı için gereklidir, kişinin mücadele etme gücünü arttırır

Sınavın hemen öncesinde hissedilen heyecan ve kaygılar kısa süreli ise genellikle zararsızdır. Hatta vücuttaki alarm sistemi diyebileceğimiz sempatik sinir sisteminin devreye girmesi dikkatin keskinliğini arttırdığı için sınav başarısını olumlu yönde bile etkileyebilir. Bu durumda kişinin yapması gereken tek şey vücutta ortaya çıkan heyecan belirtilerine odaklanmayıp sınav sorularına odaklanmasıdır. Bunu yapabildiğinde heyecan kendiliğinden geçer. Eğer kişi bunu yapamaz, başarısızlık korkusuna kapılır veya vücudunda ortaya çıkan belirtilerden aşırı derecede rahatsızlık duyup dikkatini kendi bedenine yöneltirse stres artar ve dikkati dağılır.

Kronik stres ise daha önemli bir sorundur. Bu durum daha çok lise ya da üniversite sınavını bir ölüm kalım sorunu gibi algılayan çocuklarda ve ailelerde ortaya çıkar. “Sınavda başarısız olursa gelecek umudu kalmayacağı” düşüncesi;  özellikle ilköğretim grubu çocukları için korku vericidir.  Bu çocuklar yıllarca iyi bir lise kazanamazlarsa üniversite şansı olmadığı düşüncesi ile bunalırlar. Küçük çocuklar alternatif düşünme becerisine de sahip olmayıp kendilerini doğru değerlendiremezler. Çevreden gelen etkilere daha açıktırlar. Anne babalarını memnun etmek onlar için herşeyden önemlidir ve sınavı kazanamazlarsa onların sevgisini kaybedeceklerini düşünebilirler. Bu yüzden özellikle ilköğretim çağında stresli sürecin uzun sürmesi çocuklarda uyku ve yeme bozukluklarının yanında kalp ve mide sorunları gibi fiziksel hastalıklar ve depresyon gibi ruhsal hastalıkların daha sık görülmesine neden olabilir.

İnsanın güçlenmesi için zorluklarla başetmeyi öğrenmesi gerekir. Bu söz birçok zaman doğru olsa bile herkes için aynı şekilde doğru değildir. Bir zorluğun bizi güçlendirmesi için gücümüzün ötesinde bir zorluk olmaması gerekir ki uğraşıp didinip başardığımızda güçlenelim.  Bu da çocukları becerileri ve yetenekleri doğrultusunda uygun yönlendiren bir aile desteği ve eğitim sistemini gerektirir. Gençler sınavlara hazırlanırken sınav ile ilgili hedefleri başetme güçlerinin ötesinde olmamalı, çocuklara sınav kazanılmadığında gelecek umudu kalmayacağı fikri aşılanmalıdır. Çocuklarımız sınav notlarıyla ölçülemeyecek kadar değerlidir.