İnsanlar uzun süre çocukların dünyaya geldiklerinde “boş bir beyaz tahta olduğunu ve kişiliğin tamamen içinde yaşadığı çevre ve anne baba tutumları çerçevesinde şekillendiğini” düşündüler. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar artık bu düşünceyi geride bırakmamız gerektiğini gösteriyor. Bebekler dünyaya geldikleri andan itibaren kendilerine özgü yapısal özellikler gösteriyorlar. Bu özellikler onların doğuştan getirdikleri biyolojik alt yapının bir yansımasıdır. Bebeklerin çevresel uyaranlara nasıl tepki vereceklerini bu alt yapı belirler. Bireylerin çevreyle nasıl etkileşime girdiğini belirleyen, davranışın nasıl şekilleneceğini düzenleyen bu özellikler genel olarak bireyin mizacı, ya da huy özellikleri olarak tanımlanır. Erişkinlerde mizaç özelliklerinden söz edilirken yaygın kullanılan kategoriler vardır. Örneğin: içe dönüklük, dışa dönüklük gibi kavramlar bir bireyin mizacını tanımlayan kavramlardır. Bir kişinin mizacından söz ettiğimizde erken dönemde ortaya çıkan davranışsal özellikler, duygulanım özellikleri ve fizyolojik tepkiselliğin tümünü kast ederiz. Bu mizaç özelliklerinin yaşam boyu oldukça kalıcı bir biçimde devam ettiği görülmüştür.

Bebeklerde farklı mizaç özelliklerini tanımlamaya yönelik ilk çalışmalar 1950 lerde başlamıştır. Stella Chess ve Alexander Thomas, 1956 da çocuklardaki mizaç özelliklerini dokuz farklı özellik çerçevesinde değerlendirmişlerdir. Bu özellikler: çocuğun hareketlilik düzeyi;  biyolojik ritmi;  yaklaşma-kaçınma davranışı; yeni ortamlara uyum yapmadaki rahatlığı; sorumluluk sınırı; tepki yoğunluğu; duygudurum niteliği; dikkatin dağılabilirliği; dikkat süresinin uzunluğu olarak ele alınmıştır. Bu dokuz özelliğin bir arada ele alınması ile çocuklar üç ana kategoride sınıflandırılmıştır. Buna göre çocukların %40 kadarı kolay çocuk, %10’u zor çocuk, %15 ini ise yavaş ısınan çocuk olarak sınıflamışlardır. Kolay mizaç özellikleri sergileyen bebekler; düzenli, yeni uyaranlara olumlu yanıt veren, değişime çabuk uyum sağlayan çoğunlukla olumlu duygudurum sergileyen bebeklerdir. Çevre ile ilişkilerinde az problem yaşarlar. Kolay yatıştırılabilir ve yönlendirilirler. Genellikle olumlu bir duygudurum içinde oldukları için bakım veren kişilerin de kendilerini olumlu ve yeterli hissetmesini sağlarlar. Buna karşılık zor mizaç özellikleri bebeklerin yeni uyaranlara ve kişilere aşırı olumsuz tepki vermesi, değişime uyum yapmakta güçlük çekmesi; uyku, beslenme gibi gündelik alışkanlıkların gelişmemesi, düzensiz olmasıdır. Bu durumda bakım verenlerin daha büyük zorluk yaşaması kaçınılmazdır. Yavaş ısınan mizaç özellikleri gösteren grup ise yeni durumlara önce olumsuz tepki veren, tekrarlayan karşılaşmalar sonucunda alışan ve uyum yapan gruptur ve bakım veren kişilerin de buna uygun olarak sakin ve sabırlı yaklaşımı gerekir.

Daha sonraları farklı araştırma grupları mizaç özelliklerini farklı biçimlerde açıklamaya çalışmışlardır. Bu açıklama biçimlerinden kabul gören bir diğerini Kagan ve arkadaşlarının 1988 de yaptıkları davranışsal tutukluk çalışmaları oluşturur. Bu araştırmacılar doğuştan itibaren bebeklerin yeni durumlarla karşılaştıklarında farklı biçimde tepki verdiklerini gözlemlemişlerdir. Bebeklerin %15 kadarının yeni bir durumla karşılaştığında aşırı huzursuzluk ve kaçınma tepkileri verdiğini diğer uçta yer alan %10 luk bir grubun ise yeni durumlara aşırı yaklaşma, yeni durumlarla mutlu olma, heyecanlanma tepkisi verdiğini görmüşlerdir. Yeni durumlardan aşırı huzursuz olan grubun çocukluk boyunca daha kaygılı ve çekingen özellikler sergilediği; hiç çekinme göstermeyen grubun ise daha girişken olmakla birlikte kazalara daha sık maruz kaldığı yaşam boyu izleme çalışmalarında gösterilmiştir.

Araştırmacılar bu özelliklerin erişkin davranış özellikleriyle ile ilgili olası sonuçlarını şöyle sıralamışlardır: yeni bir uyarana karşı olumsuz tepki gösteren ve yavaş uyum sağlayan çocuklar, ilerde daha utangaç mahcup kişilikler geliştirebilir ve sosyal ilişkilerde güçlük yaşayabilirler. Fakat bu özellikleri ebeveynler ve eğitimiler tarafından fark edildiği ve dikkate alındığında bu sonuç farklı olabilir.

Mizaç özelliklerinin çocuğun gelişimi boyunca çevre ile etkileşimini belirleme özelliği vardır. Ebeveyn çocuk ilişkisi de bu özelliklerden etkilenir. Örneğin uyum yapma konusunda çok rahat olmayan bir çocuğun daha uzun ısınma süresine ihtiyacı olabilir ve zorlandığında kriz yaşayabilir. Çocuk kendi mizaç özellikleri nedeniyle sorun çıkardığında bu durumu cezalandırarak çözmek ebeveyn çocuk ilişkisini bozabilir. Zor bebekler annenin bakım verme davranışını etkiler. Aşırı ağlama ve huzursuzluk sergileyen bebeğin bakımını üstlenen annede tükenmişlik ve yetersizlik duyguları ortaya çıkmasına neden olabilir. Anne ve çocuk arasındaki bağlanma ilişkisi bozulabilir.

Anne babaların ve bakım veren kişilerin bebeklerin farklı özelliklerle dünyaya geldiğini bilmesi çok önemlidir. Bebek dünyayla tanışırken anne baba hem onun kendini rahat ve güvende hissetmesini sağlamalı; ama aynı zamanda da değişen durumlar ve koşullara alışmasına yardımcı olmalıdır. Anne babalık bir yandan çocuğu büyütmek ve güçlendirmek; diğer yandan da ona dünyayı tanıtmaktır. Çocuğun dünyayı tanımak için kendini güvende ve sakin hissetmeye gereksinimi vardır. Farklı durumlarla karşılaştığında aşırı huzursuz oluyor diye bir bebeği sürekli evde tutmak da bir çözüm değildir. Yapılması gereken ona değişimi tolere edebileceği dozlarda sunmaktır. Ya da sürekli değişiklik isteyen bir bebeği devamlı dışarda gezdirmek de uygun değildir. Onun yerine dikkatini ortak oynanacak oyunlara odaklayarak dikkat toplamasını öğretmek daha yararlıdır. Anne babalar çocukların farklı özelliklerinin farkında olmalı; uyumu bozan özellikleri ise sabırla adım adım değiştirmeye çalışmalıdır. Bu da oldukça sabır ve empatik yaklaşım gerektirir. Bebeğini koruma ve aynı zamanda dünya ile tanıştırma; hayattan keyif almayı öğretme görevi aslında annelerin çoğu zaman içgüdüsel olarak gerçekleştirdikleri bir işlemdir. Bu süreçte kaçınılmaz olarak sorunlar ve sıkıntılar yaşanacaktır. Ancak suçlu aramadan çözüm arayıcı bir yaklaşım içinde olmak bu süreci kolaylaştıracaktır.